• KURAN'DA MİKROSKOBİK & KOZMOLOJİK BİLGİLER
    • gereçler: bilim sağduyu bilgi inanç vicdan akıl adil sabır özgürlük
    • Bilim Işığın, Gölgen Cehaletin.
    • Kaçamayacaksın ışıktan, Gölgen ortaya çıkacak
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/profile.php?id=100079071813049
  • https://www.twitter.com/@asronspace
  • https://www.instagram.com/kilavuzoglu.mustafa/
  • https://www.youtube.com/channel/UCFVG7clKZdbDuVuLZ3T68jA
Bütün Dinler RAHMAN'dan Gelir

   RAHMAN = YARATICI

DİNLERİN BOZULMUŞ HALİNE FELSEFE DENİR

 

FELSEFE, DİNLERİN BOZULMUŞ HALİDİR. ÖRNEK: HINDU TAO BUDİST ŞAMAN ŞİNTO

DİNDE FELSEFE YAPMAYIN

URFA (Şanlıurfa) Göbeklitepe ile başlayarak ortaya çıkarılan arkeolojik bulgulara göre insanlık tarihini, şimdilik 12 bin yıl öncesine kadar götürebiliyoruz. ‘Şimdilik’ diyorum çünkü daha birkaç yıl öncesine kadar “tarih Sümer’le başlar” diye bir deyim/inanış yerleşmişti ve bu da bizi sadece 6-7 bin sene öncesine kitliyordu. Bunun dışında bir şeyler söylemeye kalkanları ise hemen aforoz ediyorlardı; öncesinde bir uygarlık olamazdı! Bilim insanlarının büyük çoğunluğu böyledir; yeni bir şey buluncaya kadar eski şeyler onların gerçekleri/tanrılarıdır. Yeni ve farklı bir şey bulduklarında ise eski tanrılarını hemen öldürür ve “yaşasın yeni tanrı” derler. Prensiplerinden biri de şudur: “Biz bulamadıysak, o yoktur”. Her yeni buluşla da umarsızca/utanmazca bunu tekrarlamaya devam ederler. Aynı inanışla, onlar için Tanrı varsa o da bilim içinde olmalıdır, bilimsel olarak fiziki bir tanrı bulamadıkları sürece Tanrı yoktur. Bir bilgisayar oyunundaki/programındaki bir karakter, kendi yazılımı içinde o kodu yazan insanı bulabilir mi?

GÖBEKLİTEPE URFA ADAMI – Farah Yurdözü | Archaeology, Ancient  civilizations, Ancient art

Oysa Yaratıcı’nın varlığının temelleri bilimsel olarak da ortadadır; her yeni buluştan bir süre sonra, akıl ve bilim sahibi insanlar görüyorlar ki “bu yeni bulgu/keşif” Kuran’da birebir tarif edilmiş, hem de sıradan günlük olayları anlatırcasına basit bir şekilde. Normaldir ki, anlatılan o basit olayın ne ifade ettiği, ancak o bilgi/keşif ortaya çıkınca anlaşılabilir. Bazıları "madem Kuran'da bunlar var, neden Müslümanlar teknolojik olarak geriler" diyorlar, bunun bir sınav olduğu çıkıyor akıllarından. Kuran bize teknoloji öğretmiyor, Yaratıcıya inanmak için gerekli olanları ortaya koyuyor. Dileyen A) inanır B) inanmaz VE ZATEN SINAVIN CEVAP SEÇENEKLERİ DE BUNLARDIR..

Bu prensip kapsamında Kuran haykırıyor “bakın, ne bulursanız bulun, burada anlattım ben onu, farklı benzetmelerle…”. Kuşkusuz binlerce sene öncesinde insanlara “atom şudur, kuantum fizik şöyledir”, “yıldızlar çeşit çeşittir, nötron yıldızı vardır”, “embriyoloji böyledir’’, “kromozomlar böyle bağlanır” denmeyecektir. Sonuçta bir sınavdayız ve bunu bizim fark edip ortaya koyarak inanmamız gerekiyor ki böylece Yaratıcının varlığını idrak edelim, söylediklerine uyalım; vicdanlı iyi insan olalım, yardım etmeyi sevelim, barışı savunalım, fikir özgürlüğünü savunalım, yapacağımız veya bize karşı yapılan kötülüklerin karşılıksız kalmayacağını bilelim ve buna göre barış içinde bir toplum sistemi kuralım. Şahsen, bahsettiğim ileri modern bilimsel temellerin birebir tariflerinden, sitemde de yazdığım, yirmi kadarını bulduğuma inanıyorum, doğrusunu Allah bilir. ” Quantum dolanıklığı”nı tarif eden ayetleri bile gördüğümü söyleyebilirim, emin olduğumda yazacağım inşallah.

RAHMAN = YARATICI 

Uzun bir giriş oldu; gelelim konumuza. Arkeoloji sayesinde görüyoruz ki, dünyanın dört bir tarafında, eğer bir yerde belli sayıya ulaşmış bir insan topluluğu varsa orada mutlaka din de var. Bir yaratıcı ve onun kuralları var. Şimdi çağlar geçtikçe dinin nasıl değişip felsefeye döndüğünü birkaç cümleye sığdıralım: Bir topluma Yaratıcıdan elçiyle gönderilen bilgiler gerek yazılı olsun gerekse sözlü olsun, o elçinin ölümüyle başlayan bir süreçte, anında yozlaşmaya başlıyor. Kelimeler gerçek anlamlarını yitirip ya fiziksel/maddesel bir yapıya bürünüyorlar ya da tam tersi oluyor; yine kelimeler özünde anlatılan gerçek manayı bırakıp tartışmalar, fikir yürütmelerle, mantıksal çıkarımlarla felsefi yapıya bürünüyorlar. İnsanların en sevdiği şeydir tartışmak, iki kişiden fazla olduklarında kendilerini kaybeder, fikirleri doğru da olsa yanlış da olsa bir haklılık hezeyanına kapılırlar. Yaratıcının özelliklerini anlatan sıfatları, Yaratıcı olması, Koruyan Esirgeyen, Öldüren ve Dirilten olması hem yerin hem göğün tanrısı olması birbirinden kopartılarak her bir sıfat ve özellik yeni bir tanrı gibi anılmaya başlanıyor. Çok tanrılı dinlerin hepsinin temelinde yatan da budur, şimdi basitçe göreceğiz inşallah. 

++++

Allah’ın isim ve sıfatlarının nasıl değişip de her birinin bir tanrı olarak çağırılmasına ışık tutan bir ayetle başlayalım: 17 İsra 110. Ayet. De ki: “İster Er-Rahman (diyerek Allah’a) dua edin, ister Allah diye. Hangi (isimle) dua ederseniz edin, en güzel isimler O’nundur….

Öncelikle bu ayette geçen Rahman kelimesinin, Allah’ın sıfatlarından “Yaratıcı” özelliğini anlattığına emin olalım: Adı Rahman olan 55. Surenin ilk ayetinde tek bir kelime, sadece “1. Rahman” kelimesi yazıyor ve ardından bütün ayetler Allah’ın neyi nasıl yarattığını anlatıyor. Buradan okuyabilirsiniz ==> Neden 114 Sure Var

Mülk suresindeki şu ayet zaten tek başına Rahman = Yaratıcı olduğunu teyit ediyor: 67 Mülk 3. Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?

Furkan suresi bize, Kuran indiği çağda Arapların bu kelimeden habersiz olduklarını söylüyor: 25 Furkan 60. Onlara: “Rahman’a secde edin.” denildiğinde: “Rahman da nedir?” derler. “Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?” (Bu,) onların kaçıp uzaklaşmalarını arttırdı.


HEPSİ RAHMAN'IN GÖNDERDİĞİ DİNDEN GELİYORLAR; KİMİ AZ, KİMİ İSE ÇOK BOZULMUŞ. TEK SAĞLAM KİTAP KURAN KALDI, FAKAT İSLAM DÜNYASI DA EPEY BOZULMUŞ DURUMDA ÇÜNKÜ KİTAPLARINA UYGUN YAŞAMIYORLAR, GELENEKLERE, ATALARIN UYDURMALARINA GÖRE ZALİMCE VE CAHİLCE YAŞIYORLAR.
25 FURKAN 30. Peygamber (Hz. Muhammed), “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.

TEKRAR VE İYİ OKUYUN BU AYETİ. PEYGAMBERİMİZ ÜZÜNTÜSÜNÜ DİLE GETİRİYOR KIYAMET GÜNÜNDE... ÇOK YAZIK DEĞİL Mİ? AMA BUNUN FARKINDA OLAN O KADAR AZ Kİ. ÇOĞUNLUK DOĞRU YOLDA OLDUKLARINI ZANNEDEN AMA ŞEYTANIN AYAK İZİNDEN GİDEN BİR ÜMMET HALİNE DÖNDÜ. ŞEYTANIN ELİNDE OYUNCAK OLDULAR AMA DÜNYADAN HABERLERİ YOK Kİ...

******/*******

 Eski Türkler - Şamanizm 

Dinlere geçelim ve kendimizden başlayalım. Eski Türkler, daha doğrusu Türkler eskiden hangi tanrılara inanıyorlardı; Şamanizm - Yer Tanrısı ve Gök Tanrısı. Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. Kişiler kendilerini gök ata Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Kuran ise diyor ki “Gökteki Tanrı da benim, Yerdeki Tanrı da benim” Allah her an her yerde olduğunu, her şeyi kuşatıp kapsadığını bildiriyor. 6. Enam 3. Göklerde ve yerde Allah O’dur. …   16 Nahl Suresi 51.  Allah buyurdu ki: “İki tanrı edinmeyin, Tanrı bir tektir…. 52.  Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat da daima ve yalnız O’na yapılır…

Türklere unutulmuş tarih öncesinde bir elçi aracılığıyla bildirilmiş olan da, bu ayetlerde gördüklerimizle aynı şey olmalı, fakat zaman içinde bu kavramlar değişip her bir farklı isim ve sıfat farklı bir tanrıya dönüşüyor ve ayrı ayrı tapılmaya başlanıyor. Tek olan "Yerin ve Göğün Tanrısı" bölünerek "Gök Tanrısı" ve "Yer Tanrısı" diye başlayıp çoğalıyor. Aşağıda göreceğiz; bütün dinlerde aynı süreçler yaşanmış.

İslamdaki gönül gözünün açılması konusu, vicdani açıdan Yaratıcının kendi metaforuyla "kandil gibidir" dediği "nuruna/ışığına" kavuşma çabası, Şamanlar ile ruhlar alemiyle bağlantı kurma ritüellerine evrilmiş. Işık-Kandil-Ateş. Özü aynı. Evet, nasıl ki canlıların evrim teorisi doğru ve gerçek, dinlerin evrimi de tamamen aynı olmuş.

Wikipedia’dan kısaca kopyalıyorum:
Tengricilik ya da Gök Tanrı inancı, Türk ve Moğol halklarında, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki yaygın inancıdır. Tengri'ye ibâdet etmenin yanında Animizm, Totemlik bu inancın ana hatlarını oluşturmaktadır. Tengri, bugünkü Türkçedeki Tanrı kelimesinin eski söyleniş şeklidir Orhun Yazıtları'nda ilk çözülen kelime olup yazılışı "𐱅𐰭𐰼𐰃" şeklindedir. İnançlarına göre Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. Kişiler kendilerini gök ata Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve kimi göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını kimileyin bu cisimlere yöneltirlerse de bu cisimler tanrı kabul edilmezdi. Sadece onun yeryüzündeki varlığının bir göstergesiydi. Göğün ve yeraltının "yedi" katı olduğuna, her katta çeşitli ruhların var olduğuna inanılırdı. Türkler doğaya, ruhlara saygılı davranıp belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı. Eğer bu denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa bir kamın yardımı ya da Tengri'ye verilen bir adak ile yeniden düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.

*Türkler'de Tanrı Sembolü

Tengrism1.svg

****/*******

Hinduizm

Yogiler, gurular da aynı kaynaktan besleniyorlar: Yaratıcıdan: Brahman – Şiva - Vişnu

Dünyadaki en eski din olarak biliniyor. Brahma-Vishnu-Shiva, trimurti olarak da adlandırılan Hindu TRINITY’si yani üçlemesi/üçlüsüdür. Brahman olarak adlandırılan Yüce Ruh veya Evrensel Gerçek, her biri tek bir kozmik işleve karşılık gelen üç biçimde temsil edilir: Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Şiva (dönüştürücü/yok edici).

Bu haliyle Hristiyanlığa ne kadar da benziyor, değil mi (Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi). Diğer taraftan, İslam ile benzerlikleri çok daha fazla:

Onlar için tanrı “BRAHMAN” her şeyin yaratıcısı. İslam’daki RAHMAN=YARATICI isim/sıfatıyla ile aynı.      
Yaratılan her şeyi koruyup muhafaza eden VİŞNU, İslam’daki RAHİM=ESİRGEYEN/KAPSAYAN/KUŞATAN sıfatının tam karşılığı              
Tüm evreni yok edecek olan tanrı ŞİVA İslam’daki KIYAMET’i başlatacak olan İSRAFİL'e denk geliyor                             
BRAHMAN, bu yok ediş ardından her şeyi tekrar yaratacak; Bu da İslam’daki “ahirette yeni bir alemde tekrar diriltilmeyi” ifade ediyor.

 

 

 

 

 

 

İnsan bedeninde toplam 114 Çakra, İslam’daki toplam 114 Kuran suresi  

7 Temel Çakra, İslam’da 7 gök karşılığı.    Yandaki resimde görüleceği üzere, Çakraların 6 adedi bedende, en üs katman olan 7. Çakra bilinç üstünde ve ulaşılmaz. Bana göre beynimizdeki “insanın bilinç gökleri = akıl” olan korteks de anatomik olarak 6 katman ve bundan sonra artık bedenin/beynin de üstünde "en üst katman" Allah’ın istiva etmiş olduğu ARŞ, en yüce gök. Buradan okuyabilirsiniz == > ARŞ, İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN VE ETRAFIMIZDAKİ ŞEYTANLAR

Bunların arasında ismen en benzer ve aşikar olanı BRAHMAN = RAHMAN = YARATICI (bunun gibi bir tane daha var: Kundalini)

İslam’da Allah’tan “nurumuzu/ışığımızı” tamamlaması için dua edilir ve KURAN, Allah’ın nurunu/ışığını “bir kandile benzer ki…” diye açıklar. “Allah göklerin ve yerin nurudur; onun ışığı bir kandile benzer ki…” (24 

Nûr Suresi 35). Hinduizm’de bunun karşılığı, en üs makama ulaşıldığında insandan yayılacak olan “Kundalini ateşi/ışığıdır” KUNDALİNİ = KANDİL = (B)Rahman olan Allah’ın nuruna/ ışığına erişmek. 

Hindistan'da "aydınlanmaya" giderek büyük bir arayış içine giren pek çok insan var bütün dünyada; çünkü "yücelmek, yükselmek, aydınlanmak, ruhani boyuta geçmek, iç dünyanı keşfetmek" gibisinden o kadar çok felsefesi ve reklamı yapılıyor ki insanlar kolayca cazibesine kapılıyorlar.

Brahman, Vişnu ve Şiva dışında Hinduizm’de binlerce tanrı var. Tam da dediğim gibi, Yaratıcı olan Allah’ın her bir ismini, özelliğini ayrı bir tanrı olarak görüp tapmaya başlamışlar. Bilginin gerçek özünü, hakikatini kaybetmiş oldukları için de tüm bu özelliklerin ne demek olabileceği hakkında binlerce yıldır süregelen tartışmalar, fikirler sonucunda neredeyse bir din olmaktan çıkıp HİNDU felsefesini doğurmuş. 

Bir milyarın üzerinde insanın bu felsefeye inandığını da hatırlayalım.

Kundalini ateşinin insan beynindeki “epifiz bezi, pineal gland”den geldiğine de inanır olmuşlar. Doğru da olabilir belki, ancak Yaratan bilir.  Bir bezelye tanesi kadar küçük fakat önemi büyük olan Epifiz bezini aktive etme meditasyonları bütün dünyayı sarmış durumda; insanlar “aydınlanmaya” uğraşıyorlar. Epifiz bezi çok önemli, aydınlık karanlık ile günlük ritmimizi tutuyor, uykuyu ayarlıyor ve huzur ve mutluluk veren çok önemli hormonlar salgılıyor, detayına burada girmeyelim.

Şimdi size eski çağlardaki bir kandilin epifiz beziyle olan bu benzerliğini yan taraftaki resimleriyle ilk kez göstereyim:

Beynimizde epifiz bezinin yerine bir göz atalım: Üçüncü GÖZ, PINEAL GLAND 

   

 

 

NİRVANA'YA ULAŞMAK  =  HZ. İBRAHİM MAKAMINA YÜKSELMEK

BEYTÜL ATİK

Al-i İmran Suresi, 97. ayet: Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkar ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.

*********/**********

Hristiyanlık                                                  

En tanıdık olanından, en yakın tarihten devam edelim: İslam, devamı olduğunu söylediği Musevilik ve Hıristiyanlıkla zaten aynı temellere dayanıyor, aynı kaynaktan geliyor. Hıristiyanların çoğunluğu kendilerini “tek tanrıya inananlardan” sayarak, o tanrının özel bir şekilde yarattığı bir insanı ve onun yaratılmasına aracılık eden meleği/ruhu da aynı tanrının farklı tezahürleri olarak görüyorlar. Bu inanış, Hz. İsa’nın ölümünden sonra hemen başlayıp yerleşiyor. Çok beklemeye gerek yok, bir sonraki nesil bunu güzelce ve aceleyle hemen yapmaya başlıyor. "İsa tanrıdır, ruh tanrıdır, Yaratıcı da tanrıdır ve aslında bu üçü birdir" diyorlar: TRINITY yani ÜÇLEME… Buna inanan milyarlarca insan var; dünyanın en yaygın dini Hristiyanlık. "Baba Oğul ve Kutsal Ruh" üçlemesi. Yaratıcı'yı, hem yaratmış olduğu bir peygamber ve hem de onun yaratılmasına aracı yaptığı ve yine Yaratıcı tarafından yaratılmış bir ruh/melek ile eşit tutuyorlar. 

Museviliğe ayrı bölüm açmayacağım çünkü Musevilikte aynı İslam'da olduğu gibi tek Tanrı var. Sadece, Allah yerine Yehova veya Haşem adıyla anılıyor fakat bu bir fark değil çünkü yukarıda yazdığımız gibi, Kuran zaten diyor ki "En yüce isimler O'nundur". İslam inancına göre, Museviler de tarih boyunca Hz. Musa'ya verilmiş olan Tevrat'a ilaveler ve değişiklikler yapmış, ayrıca Tevrat'ın yanında insanlar tarafından yazılmış çok sayıda kitaplara da inanmaya başlamışlar. Kuran'ın korunmuş olmasının yanında, malesef İslam'da da aynı problem var; hadis kitapları, menkıbeler, destansı hikayeler Kuran'dan daha çok rağbet görür olmuşlar. Müslümanlar "güvende" olduklarını sanıyorlar fakat çoğu yoldan çıkmış durumda, Kuran da bunu teyit ediyor, çok net hem de.

Aşağıdaki resimlerde; yaşlı olan "Baba - Tanrı" genç olan "Oğul - Hz. İsa" ve ortadaki kuş ise "Kutsal Ruh" ve bu üçü de aynı varlık: Tanrı.  

*********/**********

ESKİ/KADİM MISIR

    •  Bence Mısır'ın dinsel simgesi olan bu gözü herkes yanlış biliyor. Genel inanış Horus'un Gözü, Ra'nın Gözü diye adlandırdığımız sembolün de, yukarıda Hinduizm'de anlatıp gösterdiğim "epifiz bezi" olduğu yönündedir.   Oysa resmini koyduğum "beyin su sistemi"nin (ventriküller) karşılığı olmalıdır. Bu sembol beynimizin/aklımızın temizlenip arınm
      asını sağlayan suları ve içimizdeki denizleri ifade eder, yelken açıp ilahi tarafa yolculuk edebilmek için. Ruhlar alemine geçiş için o sularda yelken açmak lazım geldiğini anlatır. Bu benim iddiam,kesin budur demiyorum. Şimdilik kanıtım hem şekilsel benzerlik hem de akıl suyunda arınıp o sularda yol alarak ruhlar alemine ulaşma felsefesi. Ayrıca, aynı Hinduların 7 çakrası ve İslamın 7 göğündeki son aşama/gök ARŞ karşılığı ise, beynimizi aşıp o ARŞ'a erişmek için de bu denizleri aşmamız gerekiyor ki aklın/varlığın dışına ulaşabilelim çünkü bütün beynimiz tamamen bu denizlerin suyu ile çevrilmiştir. Firavunların gemileriyle gömülmesinin temelinde yatan da bana göre ancak bu olmalıdır. 

"Mısır firavunu Khufu'nun Büyük Giza Piramidinin içine gömülmüş olan gemisinin Arkeologlar tarafı

ndan1954'te  tesadüfen bulmalarının ardından bir kanı gelişti: Gemi "güneş mavnası" olarak bilinir, çünkü Khufu'nun güneş tanrısı Ra ile öldükten sonra göklere yelken açmasına izin vermek için mezar odasına dahil edildiğine inanılır. Tahta gemi 4.600 yaşında ve o kadar iyi tasarlanmıştı ki, bugün Nil'e geri gönderilse yine de yelken açabileceği söylenmişti.

Beynimizin su sistemi, denizleri ve kanalları olan Ventrikülleri kısaca ayrı bir yazıda anlatmak istiyorum, yazarım  inşallah.

 

 

 

 

 

 

 

Firavun ailesinin uzatılmış kafa geleneğini biliyor musunuz?

Bu kafaların neden uzatılmış olduğuna dair fikriniz olmadığına eminim:

Okumak için tıklayınız: Yükseltilmiş Tavan, Kubbe = Yükseltilmiş Kafatası

Eski Mısır'ın en büyük tanrısı RA. Önce ismen benzerliğe bir bakalım RA = RAHMAN (?)

Aşağıda: Cenaze Yazıtı, Ölüler Kitabı'nda "Kalbin Terazisi" gösteriliyor. Aynı İslam'daki iyilik ve kötülüklerin tartılıp, ağır gelen tarafa göre ceza veya ödül verilmesi olayı değil mi? Sadece bu değil aynı olan, şimdi tek tek bakalım resimdeki işaretlere ve KURAN ayetleriyle karşılaştıralım

KAF SURESİ: 
20. Ve Sûr'a üfürülür. “ İşte bu, vaktiyle uyarıldığınız gündür.”  (KIYAMET GÜNÜ)
21. Herkes yanında bir sevk edici ve bir tanıkla birlikte gelir. Resimde elinden tutmuş getiriyor...
23. Yanındaki, “İşte bu yanımda olan hazırdır.” der.
24. “İnatçı, gerçeği yalanlayan nankörlerin tamamını Cehennem'e atın.”
31. Cennet ise, takva sahipleri için uzak değil, yaklaştırılmıştır.
 

Aşağıdakiler ise benim KURAN'dan Mısır inanışına aktaracaklarım:

  1. Terazinin bir tarafında "mutlak adalet ağırlığı" yani cennete gidebilmek için gereken minimum ağırlık olan "ÖLÇÜ" yer alıyor
  2. Terazinin diğer tarafında, yargılanan kişinin "sevap ve günahlarının" toplam net ağırlığı yani "neticesi/karnesi" konuyor.
  3. Sevap günah dengesi sevaplar lehine arttıkça, karnesinin ağırlığı yani kişinin notu da artıyor.
  4. Karne ağırlığı, ÖLÇÜ'yü geçerse, daha ağırsa cennete gidiyor, yok eğer ÖLÇÜ'den daha hafif gelirse cehenneme yollanıyor.

Şimdi de Kuran'da 101. sırada yer alan ve kıyamet gününü anlatan Kâria suresiyle başlayarak ilgili ayetlere bir göz atalım:

6. Kimin tartısı ağır gelirse, 7. O hoşnut edici bir yaşayış içindedir.
8. Kimin tartısı hafif gelirse9. Artık onun anası haviyedir. 11. O, kızgın bir ateştir.
 
Bu ayetlerden de göreceğiniz gibi yukarıda Mısırlılar için yaptığım dört tahmin esasen Kuran'a dayanıyor. Genelde insanlar terazinin bir tarafına sevapların, diğer tarafına ise günahların konulacağına inanırlar. Oysa görüyoruz ki sadece "bir tek tartı" var. İnsanın tartısı ya ağır geliyor, ya hafif geliyor; demek ki insanın bu tartısının karşılığında daha ağır ya da daha hafif kaldığı bir "ÖLÇÜ" olmak zorunda. Tartısı ağır gelen cennete gideceğine göre, bu tartının "sevaplar eksi günahlar" olması ve bu farkın da belli bir ÖLÇÜ'den çok olması gerekiyor. Hemen bir çıkarım yapayım: Açıkça anlaşılıyor ki, etliye sütlüye karışmayan, günahı da sevabı da olmayan kişilerin gideceği yer kesinlikle CEHENNEMDİR. Bu türden insanları "iyi insanlar" olarak tanımlamaktan vaz geçilmesi lazım. "İyi İnsanlar" bir taraftan iyilik yapan ve diğer taraftan kötülüğe engel olan insanlardır.
  • Eski Mısır dini 3.000 yıldan fazla sürdü ve çok tanrılıydı, yani doğa güçlerinin içinde yaşadığına ve onları kontrol ettiğine inanılan çok sayıda tanrı vardı.
  • İlahi olduğuna inanılan ve halk ile tanrılar arasında aracılık yapan Mısır firavunu veya hükümdarı merkezli resmi dini uygulama. Onun rolü, evrendeki düzeni sağlayabilmeleri için tanrıları sürdürmekti.
  • Mısır evreni, hakikat, adalet ve düzen de dahil olmak üzere birçok anlamı olan Ma'at merkezlidir. Sabit ve sonsuzdu; onsuz evren yıkılırdı. İslam'da da dinin temelleri "hakikat, adalet ve düzen" üzerine kurulmuştur. Ve uzayı (gökleri) çökmesinler diye tutan Allah'tır. 22 Hac 65.  O'nun izni olmaksızın yerkürenin üstüne düşmemesi için göğü (evreni/uzayı) O tutuyor.
  • Mısırlılar, ölümden sonra ruhlarının akıbeti konusunda çok endişeliydiler: İslam'daki Ahiret İnancı. Ka'nın (yaşam gücünün) ölümden sonra vücudu terk ettiğine ve beslenmesi gerektiğine inanıyorlardı. Ba veya kişisel maneviyat bedende kaldı. Amaç ka ve ba'yı birleştirerek akh yaratmaktı.
  • Gerçek doğaları gizemli kabul edildiğinden, tanrıların sanatsal tasvirleri gerçek temsiller değildi. Ancak bu doğayı belirtmek için sembolik imgeler kullanılmıştır. Tapınaklar, devletin tanrıları ayakta tutma yöntemiydi, çünkü onların fiziksel görüntüleri barındırılıyor ve korunuyordu; Tapınaklar sıradan bir insanın ibadet edebileceği bir yer değildi.

TERİMLER:  Ma'at Mısır evreni, Heka "Büyü" yaratmak için doğal güçleri kullanma yeteneği, Panteon Bir dinin temel aktörleri, Çoktanrılı Birden fazla tanrıya tapılan bir din, Ka Bireyin veya tanrının  lümden sonra hayatta kalan manevi kısmı, Duat Ölüler diyarı; Osiris'in ikametgahı, Ba Bir kişinin ölümden sonra vücutta kalan ruhsal özellikleri. Ba, ka ile birleşebilir, Akh Öbür dünyada yaşayan ka ve ba'nın birleşimi.

Tanrılarını lütfunu kazanmaya çalıştıkları için,  din sistemi Mısırlıların yaşamlarına derinden yerleşmişti. Dinin karmaşıklığı, bazı tanrıların farklı tezahürlerde var olması ve çoklu mitolojik rollere sahip olması nedeniyle iyice belirgindi. Panteon, evrende büyük rollere sahip tanrıları, küçük tanrıları (veya “iblisleri”), yabancı tanrıları ve bazen ölen Firavunlar da dahil olmak üzere insanları içeriyordu. Bunlardan en önemlisi güneş tanrısı Ra'nın günlük yolculuğuydu.

Bu anlatılanlar da bize yine aynı şeyi işaret ediyor: Yaratıcı olan Rahman'ın diğer farklı özellikleri tek tek ve ayrı ayrı tanrı diye anılır ve tapılır olmuşlar.


Mısırlılar dünyayı, üzerinde gökyüzünün kavisli olduğu (tanrıça Nut) düz bir arazi (tanrı Geb) olarak gördüler; Hava tanrısı Shu tarafından ayrıldılar. Yerin altında paralel bir yeraltı dünyası ve gökaltı vardı ve göklerin ötesinde Nu, yaratılıştan önceki kaos yatıyordu. Duat, ölüm ve yeniden doğuşla ilişkili gizemli bir bölgeydi ve Ra, gün boyunca dünyayı dolaştıktan sonra her gün Duat'tan geçerdi.

Resmi dini uygulama, ilahi olduğuna inanılan  Mısır firavunu veya hükümdarına odaklandı. Firavun Horus (ve daha sonra Amun) Tanrı ile ilişkilendirildi ve Ra'nın oğlu olarak görüldü. Ölümü üzerine, firavun tamamen tanrılaştırıldı, doğrudan Ra ile özdeşleştirildi ve ölüm ve yeniden doğuş tanrısı Osiris ile ilişkilendirildi. 

Bazı tanrılar zamanla birincil bir statü kazandılar ve sonra diğer tanrılar onları ele geçirince düştüler. Bunlara güneş tanrısı Ra, yaratıcı tanrı Amun ve ana tanrıça İsis dahildir. Firavun Akhenaten ve onun koruyucu tanrısı Aten'in altında Mısır'ın tek tanrılı olduğu bir dönem bile vardı. Bu dönem Hz. Yusuf'un Mısır'da yüksek derecede devlet adamı olması sebebiyle ortaya çıkmış olabilir.
Mısır Kozmolojisi. Bu sanat eserinde, hava tanrısı Shu'ya diğer tanrılar, Geb'in, yeryüzünün altında uzandığı gibi, gökyüzünü Nut'u tutmasında yardım eder.

Pantheon'un Tanrıları. Soldaki duvar resmi, soldan sağa, tanrılar Osiris, Anubis ve Horus'u gösterir. Yine bir üçleme, Trinity.

*********/*********

  TAOİZM 

TAOİZMİ AYRI BİR YAZIMDA GÖSTERMİŞTİM. BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ ==> İslam ve Taoizm Kesişmesi: Bilim Ne Diyor?

Yin yang GIFs - Get the best gif on GIFER

TAOİZME GÖRE GECE VE GÜNDÜZ, GÜNEŞ VE AY UYUM VE DENGE İÇİNDE BİRBİRİNİ KOVALIYOR.

Kuran'da da 39 Zümer suresi 5. Ayet  sanki Yin Yang'i anlatıyor: … Geceyi gündüzegündüzü geceye sarıp dürüyor. Güneş'i ve Ay'ı buyruk altına almıştır…Buna benzer sayısız ayetlerle dolu Kuran. Bunun boşuna olmadığı kesin. Beyinle ilgili olduğuna dair de bana göre yeterince analojik açıklama bulunuyor: Gece - Gündüz - Güneş - Ay - Yıldız,

36 YASİN 40: Ne Güneş Ay’a erişebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.
Bu ayetin kozmolojik/bilimsel mucizesini buradan okuyabilirsiniz: ==> Bilimde ve Kuran'da Galaksi Sİmgesi Aynıdır.

*****/*********

  BUDİZM   

Budizm, dünyanın en büyük dinlerinden biridir ve Gautama Buddha adında soylu birisine atfedilen bir dizi orijinal öğretiye dayanan bir Hint dini ve felsefesidir. 2500 yıl önce Hindistan'da ortaya çıkmıştır ve sonraki bin yılda Asya'ya ve dünyanın geri kalanına yayıldı. Nakledilen hikayelere göre, Siddhartha Gautama, MÖ beşinci yüzyılda bir Hint prensiydi. Fakir ve ölmekte olan insanları görünce, insan hayatının acı çektiğini fark etti. Servetinden vazgeçti ve zamanını fakir bir dilenci olarak geçirdi, meditasyon yaptı ve seyahat etti Bence bu tarife göre, Hinduizm'in bozulmuş olması ve insanları sınıflara ayırıp adaletten uzaklaşması nedeniye, vicdanlı ve sağduyulu bir Hintli prens ya RAHMAN tarafından elçi olarak gönderilmiş veya kendisi farklı felsefeler geliştirmiş ve takipçileri de adına Budizm demişler. Bu haliyle biraz da "Musevilerin arasından Hz. İsa'nın çıkmasını da andırıyor".

Buddha, sonuçta “Orta Yol” denen bir şeye karar verdi. Bu fikir, ne aşırı çileciliğin ne de aşırı zenginliğin aydınlanmaya giden yol olmadığı, aksine iki uç arasında bir yaşam biçimi olduğu anlamına geliyordu. Kuran da Müslümanları "Orta Millet" diye nitelendirir. Sonunda, derin bir meditasyon durumunda, Bodhi ağacının (uyanış ağacı) altında aydınlanmaya veya nirvanaya ulaştı. Hindistan'ın Bihar kentindeki Mahabodhi Tapınağı - aydınlanma yeri - şimdi önemli bir Budist hac bölgesi. Gerek Hz Musa'nın gerekse Hz. Muhammed'in aldıkları vahiylerde hep bir ağaç olmasına dikkat ettiniz mi? Bu ağacın ne olduğunu ve Vahiy konusunu buradan okuyabilirsiniz  ==>GORSEL VAHİY ANATOMİSİ

Buddhism | Definition, Beliefs, Origin, Systems, & Practice | Britannica

Buda, Dört Yüce Gerçeği öğretti. İlk gerçeğe, hayattaki herkesin bir şekilde acı çektiğini öğreten “Acı (dukkha)” denir. İkinci gerçek, “Acı çekmenin kökeni (samudāya)”dır. Bu, tüm acıların arzudan (tanhā) geldiğini belirtir. Aynen Kuran'da "başınıza gelen kötülüklerin sebebi sizin kendi nefsinizdir" yazdığı gibi. Üçüncü gerçek “Acı çekmenin kesilmesi (nirodha)”dır ve acıyı durdurmanın ve aydınlanmaya ulaşmanın mümkün olduğunu söyler. Dördüncü gerçek, “ıstırabın kesilmesine giden yol (magga)”, aydınlanmaya ulaşmanın adımları olan Orta Yol ile ilgilidir. Bu kavramlar Kuan'da da yer alıyorlar, anlatımları biraz farklı da olsa prensip aynı.

Gautama Buddha, halk arasında Buddha veya Lord Buddha olarak bilinir ve Budizm dininin kurucusu olarak kabul edilir. Budistler, insan yaşamının acılarla dolu olduğuna ve meditasyonun, ruhsal ve fiziksel emeğin ve iyi davranışların aydınlanmaya veya nirvanaya ulaşmanın yolları olduğuna inanırlar.  Budistler, insan yaşamının bir acı çekme ve yeniden doğuş döngüsü olduğuna inanırlar, ancak bir kişi bir aydınlanma durumuna (nirvana) ulaşırsa, bu döngüden sonsuza kadar kurtulmanın mümkün olduğuna inanır. Siddhartha Gautama, bu aydınlanma durumuna ulaşan ilk kişiydi ve bugün de Buda olarak biliniyor. Budistler, aydınlanma yolunda insanlara yardım edebilecek veya onları engelleyebilecek doğaüstü figürler olmasına rağmen, herhangi bir tanrıya  inanmazlar. 

Buda'nın aşırı arzu/şehvet ve aşırı mahrumiyetten kaçınan "Orta Yol" felsefesi, Müslümanlardan "Orta Millet" diye bahseden Kuran'da mükemmel bir uyum bulur ve bu dinin mensuplarının "aşırılıkların" peşinden gitmemesi gerektiğini açıklar. 

******

bu bölüm henüz tamamlanmadı

ŞİNTO - JAPONYA Shinto

Shinto - Wikipedia

Şinto ("tanrıların yolu"), Japon halkının yerli inancıdır ve Japonya'nın kendisi kadar eskidir. Budizm'in yanında Japonya'nın en büyük dini olmaya devam ediyor. Torii Kapıları, Şinto Tapınaklarının Girişi. Şintoizm'in belki de en tanınmış sembolleri, Şinto mabetlerinin girişini gösteren görkemli kapılardır. Ahşap veya taştan yapılmış bu iki direkli geçitler “torii” olarak bilinir ve bir kami'nin yaşadığı sınırları gösterir.

Şinto'nun bir kurucusu OLMADIĞI GİBİ ve sutralar, KURAN veya İncil gibi kutsal metinleri yoktur. Propaganda ve vaaz da yaygın değildir, çünkü Şinto, Japon halkı ve geleneklerine derinden kök salmıştır.

"Şinto tanrılarına" kami denir. Rüzgar, yağmur, dağlar, ağaçlar, nehirler ve bereket gibi yaşam için önemli olan şeylerin ve kavramların şeklini alan kutsal ruhlardır. İnsanlar öldükten sonra kami olurlar ve aileleri tarafından atalarından kami olarak saygı görürler. Olağanüstü insanların kamileri bazı 

türbelerde bile kutsaldır. Güneş Tanrıçası Amaterasu, Şinto'nun en önemli kami'si olarak kabul edilir.

Birçok tek tanrılı dinin aksine, Şinto'da mutlaklık yoktur. Mutlak doğru ve yanlış yoktur ve kimse mükemmel değildir. Şinto, insanların temelde iyi olduğu ve kötülüğe kötü ruhların neden olduğuna inanıldığı için iyimser bir inançtır. Sonuç olarak, çoğu Şinto ritüelinin amacı, kötü ruhları arınma, dualar ve kami'ye adaklar yoluyla uzak tutmaktır.

Şinto mabetleri, ibadet yerleri ve kamilerin evleridir. Çoğu türbe, kami'ye dış dünyayı göstermek için düzenli olarak festivalleri (matsuri) kutlar. Şinto rahipleri Şinto ayinlerini gerçekleştirir ve genellikle tapınak arazilerinde yaşar. Erkekler ve kadınlar rahip olabilir ve evlenmelerine ve çocuk sahibi olmalarına izin verilir. Rahiplere, ritüeller ve türbe görevleri sırasında genç kadınlar (miko) yardım eder. Miko beyaz kimono giyer, bekar olmalıdır ve genellikle rahiplerin kızlarıdır.

bu bölüm henüz tamamlanmadı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

++++++

En başta yazmıştım: Dinde felsefe yapmayın. Çünkü mesela bakınız ben de "evrim teorisiyle"  HİNDUİZM için felsefe yapayım -uydurayım- olacak mı: Çakra noktalarının yerlerini hatırlayınız. En alttaki basit ve aşağılık kısmı, birinci çakra bizim tek hücreli canlılarken yaptığımız tek şeyi, bölünerek üremeyi, yani cinselliği anlatıyor. Ardından bir üst çakrada bağırsaklar yani sindirim sistemi gelişiyor, ne bulursan ye, yeter ki ondan bir enerji alasın ve yaşamın devam etsin. Ardından artık ağız tadı gelişip ne yemek ne yememek gerektiği biliniyor ve midemizde üçüncü çakraya ulaşıyoruz. Bakıyoruz ki sadece doymak yetmiyor, sevmek sevilmek ve duygusallık arayışıyla kalp çakrasına yükseliyoruz. Kedi ve köpeklerimiz de seviyor ve sevilmeyi istiyor fakat konuşamıyorlar ki bunu tam ifade edebilsinler. Demek ki sonraki aşamada konuşabilmek için beşinci sırada gırtlak çakrası gelişiyor. En sonunda dümdüz konuşmak da yetmiyor ve "felsefe" yapmak için beyinlerine çıkıp bedendeki en üst çakraya ulaşıyorlar. Felsefe başlayınca sonu gelir mi hiç; binlerce yıldır vecapsız sorularla uğraşıyor garibim filozoflar. Nihai amaç, bedeni ve beyni de aşarak daha da üst bir makama 7. çakrada "Yaratıcı" makamı olan ARŞ'ta Yaratıcının ateşini ve ışığını aramaya koyuluyorlar. Fakat Allah'a inanmıyorlar.

Nasıl, benzetebildim mi? Güzel, eğlenceli oldu sanki.

 

  
7785 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam576
Toplam Ziyaret1127685
Linkler