• KURAN'DA MİKROSKOBİK & KOZMOLOJİK BİLGİLER
    • gereçler: bilim sağduyu bilgi inanç vicdan akıl adil sabır özgürlük
    • Bilim Işığın, Gölgen Cehaletin.
    • Kaçamayacaksın ışıktan, Gölgen ortaya çıkacak
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/profile.php?id=100079071813049
  • https://www.twitter.com/@asronspace
  • https://www.instagram.com/kilavuzoglu.mustafa/
  • https://www.youtube.com/channel/UCFVG7clKZdbDuVuLZ3T68jA
MÜSLÜMAN mısınız, yoksa MÜŞŞAMAN mısınız?

Hz. MUSA’SIZ 40 GÜN – Hz. MUHAMMED’SİZ 1400 YIL

GİRİŞ:
"Secde 4. ... O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?"

Zümer 44. ve Secde 4. ayetlerde "şefaat sadece Allah'ındır" yazıyorken siz "şefaat ya resululLAH" derseniz Allah'ın ayetine aykırı iş yapmış olursunuz ve hiç farkına varmadan hafiften şirke bulaşırsınız (müşrik olusunuz).

İsrailoğulları, Musa peygamberle birlikte Allah’ın resulüne verdiği mucizelere tanık olmuşlar ve antik Mısırlıların etkisiyle Yusuf peygamberden sonra bozulmuş olan dinlerinin yanlış taraflarını bırakarak, doğru yola girip Musa’ya uymaya karar vermişlerdi. Ancak, yüzyıllar boyunca nefislere işlemiş yanlış alışkanlıklardan kurtulmak pek de kolay değildi.

Bu yazıyı okuduktan sonra oturun ve düşünün:
MÜSLÜMAN mısınız, yoksa MÜŞ-ŞAMAN mısınız?

(Not: Resuller Allah'ın seçtiği iyi kullarındandırlar. Kullanım sıklığı nedeniyle resul isimlerinin başına Hz veya sonuna sav koymayacağım. Allah'ın gönderdiği bütün resullerine selam olsun (Saffat 181)

NAHL 44. Apaçık delillerle ve kitaplarla (resuller gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın ve olur ki düşünürler.

Allah’ın resulü olduğuna iman ettikleri Musa’nın peşinden Mısırdan ayrılan İsrailoğulları, yolda ilk defa karşılaştıkları bir kavimdeki insanların, kendilerince oluşturdukları özel bir puta tapıyor olduklarını gördüler. Bunu gören İsrailoğulları durur mu hiç, yanlarında Allah’ın elçisi olduğu halde, hemen “biz de bir put isteriz” diye tutturdular (Araf 138-139). Zor da olsa, Musa onları sakinleştirerek bunun çok büyük bir yanlış olduğunu anlattı onlara.

Bir süre sonra Musa, Allah’ın verdiği bir görevi gereği, çok değil, sadece 40 günlüğüne yanlarından uzaklaştığında ise yine olanlar oldu. Musa döndüğünde gördü ki, halkı onun öğrettiklerini saptırıp "böğürmesi olan" bir buzağıyı ilah edinmişler. Hem de yanlarında Musa’nın kardeşi ve kendisi de Allah’ın resulü olan Harun bulunduğu ve onları bu yanlışlarından döndürmeye çabaladığı halde (TaHa 90).

Aslında yukarıdaki her iki örnekte de, İsrailoğulları Allah’a inanmaya devam ediyorlardı fakat, yanlarında Allah’ı sembolize edecek, kendisine kudsiyet atfettikleri “maddi” bir şey görmek istiyorlardı. Neye benzediğini hayal etmeleri bile imkansız olan bir yaratıcıyı düşünebilmek yerine, onu temsilen elle tutulur dokunabilecekleri bir şeye tapınmak çok daha kolaydı.  Bu durum Musa öncesinde de böyleydi ve Musa sonrasında da hiç değişmedi. Farkında değilsiniz ancak, sevgili peygamberimiz Muhammed sonrasında da hiç değişmedi zaten. Bu “kutsiyet sahibi ilahi” sembol bir boğa, buzağı heykeli veya başka bir put olabileceği gibi özel bir insan da olabilirdi: Ve... Bu tanıma girebilecek en uygun insanlar ise elbette ki, Allah’ın resulleri olacaktı. Ne de olsa resuller ve nebiler Allah’ın özel olarak seçip yücelttiği ve koruduğu “kutsal(!) ilahi(!)” kişilerdi. “Kutsal, İlahi” kısmını ünlemle tırnak içine aldım çünkü resuller ve nebiler elbette Yüce Allah'ın seçip yücelttiği, yardım (salat) ettiği kullardır ama onlar da ancak diğer insanlar kadar ilahi olabilirler, yani ilahi değillerdir. Hepimizi aynı ilah, kendinden başka ilah olmayan Allah yarattı. Ayetler de defalarca diyor ki, Muhammed peygamberimiz dahil bütün peygamberler sizin gibi yer içer, etrafta dolanırlar ve bu anlamda ölümlü normal birer insandırlar (Furkan 20). Allah resullerini seçip diğer insanlara üstün kılmıştır ve zaten ayetler de bütün insanlar için diyor ki "biz (insanlardan) bazılarını diğerlerine üstün kıldık...(İsra 21). Bu kıyas, insanlar/kullar arasındaki bir durumdur ve insanları sınamak içindir. Birinin patron diğerinin işçi olması veya birinin müdür diğerinin şef olması, amir-memur ilişkisi gibidir. Bu sebeple resullere saygı duymak ve onları sevmek, onlara itaat etmek gereklidir ve bu Allah'ın emridir. Ancak; Allah ile kulu arasında böyle kıyaslama yapma gibi bir durum yoktur, olamaz çünkü  İbadet, hamd ve ilahi konumda ele alındığında, bütün iltifat ve övgüler sadece ve sadece Hamid olan Allah'a ve bütün kutsiyet sadece ve sadece Kuddüs olan Allah'a aittir. Resullere ise saygı duyacaksınız ve onlara selam edeceksiniz (Saffat 181). Ancak, ibadetinizde onları Allah ile birlikte anıp da yüceltmeye kalkarsanız ŞİRK'e batar ve MÜŞRİK olursunuz.

Fatır 10. Kim yücelik ve üstünlük dilerse bilsin ki, yücelik ve üstünlük yalnız Allah'a aittir. Bütün güzel sözler O'na yükselir, bütün doğru ve yararlı işleri O yüceltir. Sinsi şekilde kötü fiiller tasarlayanlara gelince, onları şiddetli bir azap beklemektedir ve onların bütün tertipleri de, yok olup gitmeye mahkumdur.

Fatiha 2. “Hamd, din gününün maliki, alemlerin Rabbi Rahman ve Rahim olan Allah’adır. 
Ankebut 63. … De ki, hamd, bütün övgüler Allah’adır.

Ayrıca, Allah diyor ki "Mescitler sadece Allah içindir (Cin 18)", ama bizim bütün camilerimizde Allah ile birlikte mutlaka resul de yer alıyor. Hem de şekilsel olarak eşit büyüklükte ve mertebede. Bunu, sadece "biz resule saygımızı gösteriyoruz" diğerek basitçe ele alamazsınız! Farkında olmadan, Allah'ın kuluna O'nun yanında pay biçiyorsunuz fakat bunun farkına varamıyorsunuz çünkü "şeytan sizi aldatıyor". Ayetin dediği gibi "şirk katmadan iman edemiyorsunuz, mutlaka şirk bulaştıracaksınız (Yusuf 106)". Yapmayın lütfen.

Yusuf 106. Hâlbuki onların çoğu, ancak şirk katarak (müşrik kimseler olarak) Allah'a îmân ederler. (Hem inanırlar, hem de bir tarafta şirke bulaşırlar).

 

Süslü yazılarla resulü Allah'ın yanına yükseltiyorsunuz ve ayrıca şefaat konusunda da resulü Allah'a yakınlaştırmaya uğraşıp yine şirke sapmış oluyorsunuz çünkü şefaat etmek ancak ve ancak Allah'ın elindedir ama çoğunuz "şefaat ya resulullah" diyorsunuz:

Zümer 44. ve Secde 4. ayetlerde "şefaat sadece Allah'ındır" yazıyorken siz "şefaat yaresulullah" derseniz Allah'ın ayetine aykırı iş yapmış olursunuz ve hiç farkına varmadan hafiften şirke bulaşırsınız (müşrik olusunuz).

"Secde 4. ... O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?"

 ZÜMER 44. De ki: 'Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.'

Bunun gibi pek çok hassas konu var anlamadığınız, o yüzden Allah Yusuf 106'da diyor ki "onlar şirke bulaşmadan Allah'a iman etmezler. Çok narin konudur şirk meselesi, çok dikkatli olmak şarttır. Karıştıranlar için; kafir ile müşrik aynı değildir. Müslüman ile mümin aynı değildir. Bu yüzden, Müslüman olabilirsiniz ancak bu mümin olmak için yeterli değildir; Allah'ın ayeti söylüyor bunu: 

Hucurat 18: Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin.[500] Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Çoğunluk olarak, ayet okumakla "dua ve ibadet" etmeyi birbirine karıştırmışsınız. Bütün millet aynı hataya düştüğü için Allah'ın ayeti size doğrusunu söylüyor "onlar mutlaka bir taraftan şirk katarlar". Farkında olmadan siz de şirk katıyorsunuz ve şirk katana müşrik denir. 

Ancak, istisnalar hariç, hiç kimsenin Allah’ın emrini veya verdiği bilgiyi önemseme gibi bir gayreti pek olmazdı, hala da yok. Kafalarında canlandırmaları mümkün olmayan Yüce Allah ne derse desin, insanlar mutlaka görebildikleri, dokunabildikleri resullere “kutsal” bir pay çıkaracaklar ve onları Allah’ın yanındaki yardımcıları gibi "ilahi" mertebede göreceklerdi. Yoksa çok ayıp etmiş olurlardı. Yahudiler Üzeyir için Allah’ın oğludur dediler, Hristiyanlar ise Mesih Allah’ın oğludur dediler (TEVBE 30). Ya Müslümanlar ne yaptılar. Onların resulünün diğer resullerden daha üstün olması şarttı, aksi mümkün olamazdı. Kuran yasakladığı için, oğludur diyemeseler bile mutlaka ona da Allah'ın yanında pay biçmeye mecburdular ve öyle de yaptılar. Ammaa... Allah diyor ki ayetinde resulleri birbirinden ayırmayın” (Bakara 106). 

Bakara 136. Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile, bütün peygamberlere Rablerinden kendilerine verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na (Allah’a) teslim olmuş kimseleriz.”

Aman canım, karşımızda koskoca elçi varken, hangi akılsız dinler ki Allah’ı. Kusura bakmayın fakat, işte çoğunuz, bu hataya düşmüş, akletmeyen "müşrikler" gibisiniz. Farkında değilsiniz ve olamıyorsunuz çünkü sinsi şeytan sizi  de atalarınızı da aldatmış (Bakara 170). Allah, en başta ilk sure olan Fatiha'da olmak üzere defalarca diyor ki “Allah, rabbil alemin” yani “Allah, alemlerin rabbi, efendisidir”. Yoldan sapmış Müslümanlar ne diyorlar: "Alemlerin efendisi peygamberimiz Hz. Muhammed'dir". Ya da buna benzer başka ŞİRK KOKAN iltifatlar. Hz. Muhammed alemlere rahmet olsun, yol gösterici diye gönderilmiştir ancak alemlerin efendisi değildir. Alemlerin efendisi = Rabbi sadece ve sadece ALLAH'tır.

Osmanlı tarihi boyunca da Allah'tan çok peygamberimiz için mevlidler, methiyeler düzülmüştür. Allah, "bana ibadet ederken benim adımın yanında başka hiç bir şeyin hiç kimsenin adını anmayacaksınız" diyor. Kuran'da bunun aksini söyleyen bir tek ayet bile bulamazsınız. Oysa namaz kılan her Müslüman Allah'a ibadet ederken mutlaka resulün de adını anıyor ve onu yüceltiyor. Oysa ancak, namaz bitiminde selam kısmında, resulleri anıp onlara selam edebilirsiniz, o kadar, bundan fazlası şirktir. Ezan okurken yani Allah'a çağırırken bile resulün adını okumazlarsa eksik iş yaptıklarını zannediyorlar. Bunu yapan çoğunluğa sesleniyorum: Şirkin içindesiniz, bazılarınız ise dibine batmışsınız, müşrik olmuşsunuz da, haberiniz yok. Zaten Allah diyor ki "çoğunluğa uyarsan hak yoldan saparsın" (Enam 116).

Kasas 87. Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen sadece Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.

Yusuf 106. Onların çoğu ancak ortak koşarak (ve bir yönden mutlaka şirk katarak) Allah’a iman etmektedirler.

Fıkralar » Başçavuş Albayı Tutuklayacakmış - Kuyucak Köyü

Bu, çoğunuzun bildiği şu fıkra gibidir (teşbihte hata olmaz ve Allah da bir ayetinde buna işaret etmek için sivrisinek örneğini veriyor): Askerde gece nöbetinde bir er, etrafı gözetlerken sigara yakmış tüttürüyor. Fıkra bu ya, Genel Kurmay Başkanı teftişteymiş ve nöbetçinin yanına geliyor. – N’apıyorsun asker?  - tanımadığı ancak komutan olduğunu anladığı için “Nöbet tutuyorum komutanım” der. – ama sigara içiyorsun – mahçup edayla evet komutanım der. - iyi, bana da bir sigara ver bakalım… Bir sigara içimi boyunca muhabbeti koyulaştırırlar. Ayrılma vakti gelince asker büyük bir korkuyla uyarır komutanı - “aman ha komutanım, sigara içtiğimizi başçavuş duymasın sakın… yoksa ikimizin de canına okur”…

Anlamayanlar için açıklama yapmayacağım çünkü hiç kimse hoşlanmaz fıkrayı anlamayanlara tekrardan açıklama yapmaktan.

Allah insanları "ALLAH'ın kitabına çağırıyor fakat insanların bir kısmı hiç oralı olmuyorlar. Nereden mi biliyoruz, elbette ki ALLAH'ın emri olan KURAN ayetinden:

AL-İ İMRAN 20. Kitaptan kendilerine biraz pay verilmiş olanları görmez misin; onlar aralarında hükmü uygulansın diye Allah’ın kitabına çağırıldıklarında; (önemsemeyip) bir kısmı yüz çevirerek kaçıvermekte ve arkasını dönmektedir. 

Bu ayet, Ehli sünnete "Allah'ın kitabına uyun" dediğimizde "hayır biz hocalarımızdan atalarımızdan duyduğumuz Ehlisünnete ve hadislere uyarız" diyenleri işaret etmiyor mu? Keşke Hz. Muhammed aramızda olsa da biz de ona uysak, fakat o aramızdan ayrılalı 1400 sene oldu ve bize ondan kalan tek hak miras KURAN'dır. Gerisi tevatür ve efsane olmuştur artık. Tartışmayı ve felsefeyi seven insanlık, bol bol felsefe yapabilmek, laf yarıştırıp vakit geçirmek için KURAN dışında hadisler satın alır ve onlarla bilgisizce ALLAH yolundan alıkoyarlar (LOKMAN SURESİ 6. Ayet). 

Siz zannediyorsunuz ki bu ayetler gayri müslimlere hitap ediyor. Hayır, kesinlikle hayır. Allah'ın indirdiği dışındaki kitaplardan hüküm çıkarmaya çalışanlardan bahsediyor. Hüküm sadece KURAN'dan çıkarılır: ZÜMER 27. Biz bu KURAN'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler. Ayrıca bakın bakalım "hakim =  hüküm verme yetkisi" olan  ve hikmetlerle dolu ne imiş: Vel kur-âni-lhakîm(i)  Yasin 2. Andolsun o hakim (hikmetlerle dolu) KURAN'a. 

Sarıldığınız hadis kitapları veya Kuran dışı bilgiler hakkında Allah ne örnek veriyor biliyor musunuz? Dikatlice okuyun ve düşünüp akledin: 

SECDE 44. ... Yoksa Biz onlara (Kur’an dışında) bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde mi (sanılmaktadırlar)?

HAYDİ, Allah'ın sorusuna cevap verin ve söyleyin şimdi: Sizin KURAN'dan başka Allah'ın indirdiği bir kitabınız mı var?

BAŞKA ÖRNEKLER DE İSTERSENİZ, BUYURUN MAİDE SURESİNİ OKUYUN LÜTFEN:

Maide 44: . . . . Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, KAFİRLERİN ta kendileridirler.

Maide 45: . . . . Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, ZALİMLERİN ta kendileridirler.

Maide 47: . . . . Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, SAPKINLARIN ta kendileridirler.

Maide 48: . . . . (ey resul) öyleyse sen de onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, . . 

Maide 49: . . . . Sen de onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, . . .

Araf 2, 3. (bu Kuran) insanları uyarman, inanalara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır... .. Rabbinizden size indirilene uyun, Kuran'ı bırakıp da başka veliler/öğreticiler peşine düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

HAYDİ, bu ayetleri okuduktan sonra söyleyin şimdi: Sizin KURAN başka velileriniz/öğretmenleriniz mi var? Siz Allah'ın öğüdünü inkar edenlerden misiniz?

HAYDİ; Allah'ın indirdiği KURAN dışında veliler edindiyseniz buna göre karar verin, siz hangisindensiniz... kafir misiniz yoksa zalim misiniz yoksa sapkın mısınız? Hangisisiniz? Bence, belki de sizler bunların hiçbirisi değilsiniz ama kendinize gelmeniz için söylemek zorundayım; muhakkak ki hepiniz aklınızı kullanmaktan vazgeçmişsiniz...

Size farklı bir ayet göstereyim de iyice düşünün lütfen: Kuran'ın hak kavramları nasıl tahrif oluyor.

MÂİDE 41. ... Yahudilerden bazıları (Kuran'ı) yalancılık etmek için dinlerler, henüz senin huzuruna çıkmamış başka bir toplum için dinlerler. YERLERİNE OTURMUŞ KELİMELERİ YAPILARINI BOZUP DEĞİŞTİRİRLER...

Bu ayeti iyi okuyup anlayın; İslam'ı doğrudan Kuran'dan öğrenmeyenler, başka kaynaklardan öğrenenler, dinlerini Yahudilerin ve şeytanların değiştirdiği kelimelerle öğrenirler. Onlar, hem "salât" gibi en önemli kavramı, eksik olan "namaz" diye değiştirirler, hem de sevgili peygamberimizin sözlerini de bozup değiştirerek, dininizi yanlış öğrenmenize sebep olurlar. Salât içinde namaz kılmak anlamında "kıyam, rüku ve secde ile ikame etmek" da vardır fakat bundan fazlası da vardır. Ayrıca, bunları düzeltmeye çalışan Allah dostu insanları da taşlamaya kalkarlar ve sizi tam bir "sapkın kısır döngü içinde" kalmaya mecbur ederler. Sizler ise, "şeytanın aldattığı atalarınızdan kalan bu yanlışlara uyduğunuz halde kendinizi doğru yolda zannedersiniz" (Zuhruf 37 ve Bakara 170). 

Yoksa siz hadis kitaplarını veya alim zannettiklerinizin kitaplarını da Allah'ın indirdiğiyle bir mi tutuyorsunuz? Amentü ile başlayıp "Meleklere, kitaplara, resullere.. iman ettim" derken hadis kitaplarına veya diğer kitaplara iman ettiğinizi de mi söylüyorsunuz? Yazık size...

Sevgili peygamberimiz her türlü övgüye layıktır. İslamı anlatırken ondan örnek vermek ona selam etmek ve onu örnek almak güzeldir. Ancak, Allah'a ibadet ederken, sadece ve sadece ALLAH diyeceksiniz ve Allah'ı öveceksiniz (Allah'a hamd edeceksiniz), başka hiç kimseyi anmayacaksınız. Yukarıdaki ve aşağıdaki ayetlerde de, bu yazıda da anlatılan konunun özü budur: Müslümanları şirkten kurtarmak.

Saffat suresi 80 ve 81 (son 2 ayeti): "Gönderilen bütün elçilere selam olsun! Övgü, hamd ise sadece Allah'a aittir."

Peygamberlere hamd ederseniz, ilahi anlamda yücelik tanırsanız kesin şirke batarsınız. Resulleri insani vasıflarıyla övebilirsiniz ancak bunu Allah'ı överken, Allah'ın adının yanında yapamazsınız, aksi halde bu ayetleri inkar etmiş ve Allah'a ortak koşmuş olursunuz.

"Namazın, yani ibadetin ardından" resullere selam etmekte, Allah'a eş veya yardımcı tutmadan övgüler okunmasında sakınca yoktur. Yüce Allah zaten diyor ki "resullere selam olsun". Resuller birer insan olarak her türlü övgüye layıktır, severiz ve saygı duyarız, Allah'ın emri olan ayetlere göre namazın ardından onlara selam ederiz. Ancak sadece Allah'a ibadet ederiz ve bu ibadet sırasında başkasını övemeyiz. Örneğin Şifayı da sadece Allah'tan diler bunun için ve herşey için Allah'a dua ederiz. Zümer 44. ayette "şefaat sadece Allah'ındır" yazıyorken siz "şefaat yaresulullah" derseniz Allah'ın ayetine aykırı iş yapmış olursunuz ve hiç farkına varmadan şirke bulaşırsınız (müşrik olusunuz). Bunun gibi pek çok hassas konu var anlamadığınız, o yüzden Allah Yusuf 106'da diyor ki "onlar şirke bulaşmadan Allah'a iman etmezler. Çok narin konudur şirk meselesi, çok dikkatli olmak şarttır. Karıştıranlar için; kafir ile müşrik aynı değildir. Müslüman ile mümin aynı değildir. Bu yüzden, Müslüman olabilirsiniz ancak bu mümin olmak için yeterli değildir; Allah'ın ayeti söylüyor bunu: 

Hucurat 18: Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin.[500] Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Çoğunluk olarak, ayet okumakla "dua ve ibadet etmeyi" birbirine karıştırmışsınız. Bütün millet aynı hataya düştüğü için Allah'ın ayeti size doğrusunu söylüyor "onlar mutlaka bir taraftan şirk katarlar". Farkında olmadan siz de şirk katıyorsunuz ve şirk katana müşrik denir. Açıklayayım;

1) Resuller Allah'ın kitabına ayetlerine aykırı bir şey söyleyemezler, ancak başka insanlar resullerin sözünü o söylemiş gibi eğip bükerler ve bu da şeytanın görevidir. Kitaba aykırı hadislere inanıp da Kuran ayetine karşı çıkanlar doğrudan müşrik olurlar. En başta verdiğimiz ayeti tekrar görelim: NAHL 44. Apaçık delillerle ve kitaplarla (resuller gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın ve olur ki düşünürler.
NAHL 35. "... Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.
 
2) "Ayetler diyor ki sadece Allah'a yakarın" bu yakarma dua etmektir, ne dilerseniz Allah'tan dileyeceksiniz. Siz tutup da Yüce Allah'ın vefat ettirdiği, sizi duyması  mümkün olmayan resulden şifa dilerseniz, hadislere uyup da "şefaat ya resulullah" derseniz resule yakarmış oluyorsunuz ve farkında olmadan Allah'tan resule bir pay biçiyorsunuz ki bu da şirktir.
 
3) Şefaat edebilme konusu sadece Hz Muhammed'e mahsus bir şey de değil ve hadis de değil, ayetlerden türetilmiş yanlışlar bunlar. Çünkü resuller de başkaları da Allah izin verirse şefaat edebilirler. Ayetler diyor ki Allah katında ve kıyamette: "Ta-Ha 109. O gün sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın izin verip, sözünden hoşnut olduğu kimsenin dışında hiç kimsenin şefaati, kayırması fayda vermez." Başka ayetler de aynısını söylüyor, bir örnek Sebe 23.
 
4) Resul sağ iken ona "benim için dua et, benim için Allah'tan şefaat dile" diyebilirdiniz. Bugün ise bilmeden resule beyhude yakardığınızı, resul zaten duyamaz ve sonra inkar edecektir çünkü ayetler diyor ki: Allah'ın berisinden çağırdıklarınız /yakardıklarınız sizi duyamazlar ve hiç bir şeye güçleri de yetmez zaten." Ahirette de şirk kattığınız için onlar size lanet okuyacaklar. "Araf 194. Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız şeylerin hepsi hiç şüphe yok ki, tıpkı sizler gibi yaratılmış varlıklardır. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz, haydi onları çağırın da dualarınıza cevap versinler." "Araf 197. O'ndan başka dua ettikleriniz ne size yardımda bulunabilir ne de bizzat kendilerine yardım edebilirler."
 
Bu yazılanları okur da inkar ederseniz ayetleri ve Kuran'ı inkar etmiş olursunuz. Aksi halde o ayetleri sizin kendi aklınızla açıklamanız gerekir. 

AYRICA yeri gelmişken örnek vereyim; Kuran'dan hüküm çıkardığımızda "hırsıza verilecek ceza için Yusuf Suresi 75. ayet ile, kadını dövmek konusunda Sâd Suresi 44. Ayet örnek verilmiştir. Buna göre hırsız, çaldığı mala karşılık tutulur ve süresi dolunca serbest bırakılır. Kadına ise en fazla bir demet ot ile vurulabilir ki bu da sadece sembolik olarak otorite göstergesidir. Nefsi müdaafa olmadıkça, Kuran her türlü şiddet eylemini yasaklamıştır.

Bugün için ehlikitap kelimesi Müslümanları da kapsıyor çünkü Müslümanların da bir kitabı var ve o kitabı aynen resulün şikayet ettiği gibi kenara attılar: "Rabbim, benim ümmetim KURAN'ı sahipsiz bıraktılar" (FURKAN SURESİ 30. AYET)". Evet, resul sizlerden şikayetçi çünkü onun gerçek HAK mirasını, KURAN'ı bir kenara attınız, başka yollarda debeleniyorsunuz. Oysa resulün kendi sözleriyle/hadislerle ilgili bir şikayeti yok ve olamaz çünkü böyle bir şeyi ancak kendi çağında birlikte yaşadıkları için söyleyebilirdi.

Resulün (ve hiç bir insanın), inanmayanlara ceza verme yetkisi de kesinlikle yoktur ve bu yetki sadece Allah'ındır. Pek çok ayet yanında KIYAME Suresi 16-21 ayetler bunun en güçlü delilidir. Konumuzla en alakalı olan ayeti birlikte okuyalım: 

KIYAME 19. Senin bu hususta bir işin yoktur. Allah ya affeder, ya azap eder. Onlar zâlimdirler.

iNSANLAR yanlış anladıkları ayetler ve gelenek nedeniyle, resulün Kuran dışında hüküm koyma yetkisi olduğunu zannediyorlar. OYSA ALLAH ONLARI YALANCI ÇIKARIYOR. Resul ancak ve ancak kendisine indirilen KURAN ayetlerine göre hüküm vermek zorundadır çünkü o KURAN OKUMAKLA GÖREVLİ KILINMIŞTIR:

NEML 92. “Ve Ben Kur’an’ı okumakla (anlamak ve uygulamakla) da (emrolundum).” Artık her kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim de sapacak olursa, de ki: “Ben sadece uyarıcılardan biriyim.”

Allah'ın emrine göre, birisi size Kuran'dan delil sunarsa, bütün bildiklerinizi unutmak ve ayete uymak zorundasınız. Kuran'la çürütülen her hadis veya gelenek, ezberlediğiniz herşey yanlış demektir. 

ARAF 204. Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki rahmet olunasınız.

Ayetin emri açıktır: Kuran ayetleri karşısında hiçbir itirazınız olamaz, aksi halde Allah'ın rahmetinden mahrum kalırsınız. Yoksa siz Kuran dinlemeyi sadece kuzu kuzu oturup şarkı gibi dinlemek mi zannediyorsunuz? Annesinin sözünü dinleyen bir evlat için "dinlemek" ne ise, Kuran dinleyen için de anlamı aynıdır: İtaat Etmek, KURAN'a itaat edin.

Ne yapsak da kâr etmez inanmayanlara veya atalarından, babalarından, hocalarından ezberlediklerini Allah'ın emri zannedip bir türlü sorgulayamayanlara, sorgulamayı günah zannedenlere. Oysa ayetler diyor ki: Atalarınız yanlış yola sapmış, şeytana uymuş olabilirler. Şeytan onları ateşe çağırmış olabilir ve siz de onların peşinden ateşe yuvarlanırsınız (Bakara 170).” Ve Allah, yanlışa sapmamamız için bize sevgili Muhammed peygamberimiz aracılığıyla bir “Kullanım Kılavuzu” göndermiş zaten: Allah’ın kelamı, nuru olan KURAN.

İsrailoğulları kavminin nasıl böyle kısa bir sürede yoldan çıktığını anlayan da, okudukları ayetlerden şimdiye kadar doğrusunu gören de pek çıkmamış maalesef. Sebeplerinden birisi, yukarıda açıkladığım gibi insanların karşılarında ilahiyat, kutsiyet yükledikleri “maddi” bir şey veya bir kişi görme ihtiyacından kaynaklanıyor. Türbeler de, bozulmuş ya da uydurulmuş hadisler de, peygamber eşyaları da bunlara örnektir.

BÖĞÜREN BUZAĞILAR... “Onlara, Allah'ın indirdiğine uyun denilince: Hayır, biz, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız, derler; ya ataları bir şeye akıl erdiremeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler? (Bakara 170, ve pek çok diğer ayet)

O yoldan sapmışlara “Allah'ın indirdiğine = Kuran'a uyun” dendiğinde, onlar “Biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız” dediler… Siz ne yapıyorsunuz? “Haşa, haşa... sorgulamak günahtır, biz ancak bize nakledilene uyarız” diyorsunuz. Ayrıca diyorsunuz ki “din akıl işi değildir, nakil işidir”. Siz mi daha doğrusunu biliyorsunuz yoksa ALLAH mı? Nakil dediğiniz şey, bu ayette reddedilen "sapkın ataların yoludur", Allah'ın indirdiği ise aklınızı kullanarak okumanız emredilen KURAN'dır. Din akıl işi değildir dedikçe Allah'ın ayetini inkar ediyorsunuz:

Enfal 22. Allah katında yerde debelenip dolaşan canlıların en şerlisi (ve en değersizi) aklını kullanmayan/düşünmeyen sağır ve dilsizler (gibi davranan kimseler)dir.
Siz de böyle aklını kullanmayan "canlıların en şerlileri" gibi konuşmaya devam ederseniz ve Allah size hidayet vermez ise, yolunuzun sonu ancak cehennem ateşidir.

Bunun yanında, İsrailoğulları asıl neden yoldan çıktılar biliyor musunuz? Çok şaşıracaksınız ancak, “Kanıtsız Felsefe yapmak ve zan” yüzünden.

Felsefe zaten tamamen kanıtsızdır ve kanıtı olan bir konunun felsefesi de yapılamaz. Örneğin, kanıtlanmış bilimsel bir konuda felsefe yapmak mümkün değildir. Bir konu kanıtlanana kadar felsefeciler bıkmadan usanmadan konuşurlar, fikir yürütürler ve süslü sözler üretirler fakat bir kez bilim o konuya kanıt getirdiğinde, artık felsefenin yerinde yeller eser: Hak gelmiş, batıl zayi olmuştur. Ancak felsefeciler hemen bir başka konu bulurlar çünkü onlar sürekli konuşmaktan, asılsız fikir yürütmekten, süslü sözler üretmekten asla vaz geçemezler. Aynı, ayette bildirdiği gibi, Allah insanı böyle “gereksiz tartışmaya düşkün bir canlı olarak” bozuk yaratmıştır ve bu kategorideki en bozuk olanlar da felsefe yapmayı en çok sevenlerdir. 

Yüce Allah ne diyor şairleri tanımlarken: Ve onları görmez misin ki, her vadide (bâtıl işlerde ve vehimler peşinde) gafil ve şaşkın gezinirler. Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar. (Şuara 225, 226)»

İnsanlar kendilerine kondurmak istemiyorlar fakat, bu ayetler şairlerden ziyade filozoflara atfedilmiştir. Tam da bu ayetlerdeki tarife uygundur hemen hemen bütün felsefeciler. Bilmedikleri konularda atışır dururlar. Az değil, 3 bin yıldır aynı konuları tartışıyorlar, konuşuyorlar. Fakat, bugün bile, 3000 yıl öncesinden bir milim ilerleyebilmiş değildir, ne felsefe ne de felsefe yapanlar. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler amma, bir milim bile ilerleyememişler. İşte, Kuran'da Samiri olarak anılan kişi de bunlardan biridir. Aşağıda açıklayacağım.

Sakın ola ki, mantık yürütmeyi felsefe yapmakla aynı zannetmeyin. Aralarında hiçbir organik alaka yoktur. Mantık yürütmek, Allah’ın bize sürekli emrettiği şekilde “akıl yürütmektir, akletmektir.”

Felsefeyi akıl ve mantıkla sağlanacak fayda çerçevesinde hayatın içinde önemsiyorum elbette. Fakat bilim ve vicdan dışında, sadece felsefeyle Kuran'dan hüküm çıkarmaya tamamen karşıyım. Çünkü karşılarında Kuran varsa ve onun ayetlerini gerçek bilimle ve vicdanımızla görebiliyorsak, felsefe yapmak "hava güzel, kuşlar ötüyor cik cik" demek kadar basit görünüyor bana. Buna itiraz edecek olanların önce yazının sonuna bir kısmını kopyaladığım, İngiltere, Manchester Üniversitesi felsefe profesörünün görüşünü okusunlar ve anlam çıkarsınlar lütfen.

31 Lokman 6. İnsanlardan, bilgisi olmadığı halde; (bilerek veya bilmeyerek) Allah'ın yolundan saptırmak ve onu hobi konusu/eğlence edinmek için (Kuran'daki) gerçeği, boş hadislerle/sözlerle (hadis ve felsefeyle) değiştirenler vardır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. 

31 Lokman 7. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları duymamış, sanki kulakları sağırmış gibi, kibirle umursamazlıktan gelir. Öyleyse onu, çok acı veren bir azaptan haberdar et.

Bu son ayette ve yukarıdaki Enfal 22. ayette "aklını kullanmayan değersiz şer/kötü" diye tarif edilen insanlarla çok sık karşılaşıyorum. Ben Allah'ın ayetlerini onların önüne getirdikçe ve aklınızı kullanıp okuyun dedikçe, onlar Kuran'dan bir kanıt getiremeden sadece ezbere itiraz edip başka şeyler söylüyorlar. İşin garibi de, onlar Allah'ın ayetlerini inkar ettikleri halde, kendilerini hak yolda Müslümanlar zannediyorlar, beni ise yoldan sapmış biri olarak görüyorlar. Oysa Allah açıkça emrediyor: Kuran okununca susacak, sesini kesip ona uyacaksın (Araf 204). Bunlar Allah'ın emri karşısında bile susmayı bilmiyorlar, ve hemen Samiri gibi bozuk süslerini sergilemeye başlıyorlar.

Araf 204. “Kur'ân okunurken, incelenirken susun, dinleyin, duyduklarınızı uygulayın. Böylece Allah'ın rahmetine ve merhametine nâil olursunuz.”

Şimdi bakalım mı Musa’nın yokluğunda kavminin ne yaptığına? Önce ilgili ayetleri (2 ayet) yazalım ve bunların ne anlattığı hakkında mantık yürütelim (aman sakın ha, Kuran ile ilgili felsefe yapmayalım).

TaHa 87. ayetinin 3 ayrı mealini veriyorum, diğer meallerin de bunlardan farkı yok. Sanmayın ki Araplar bunları farklı şekilde anlıyorlar ya da doğrusunu biliyorlar. Hayır, onlar da bu meallerde ne yazıyorsa onu anlıyorlar. Hepsi yanlış anlıyor…

  • Dediler ki: Sana verdiğimiz sözden, kendimize malik olarak caymadık biz, fakat Mısırlıların ziynet eşyalarını almıştık ya, onları, erisin diye ateşe attık, böyle telkin etti Samiri.
  • Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının ve İsrailoğullarının)süs eşyalarından birtakım (kıymetli) yükler taşımaktaydık. (Samiri’nin kışkırtmasıyla) Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri de attı.”
  • Onlar dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat Mısırlıların zinet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik, onları erisin diye ateşe attık, aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”

Takip eden ayette de Samirinin bu süsleri atıp bir buzağı, dana heykeli yaptığı yazıyor. Neden pek çok antik dinde yer alan Boğa tanrı değilde, yavru boğa, dana acaba? Buna da doğru bir açıklama getiren olmamış, ya da ben rastlamadım.

Yani olay neymiş? Mısırlılardan ele geçirdikleri ziyneti, mücevheri, değerli eşyaları ateşte eritip bir heykel yapmışlar ve ona tapmışlar. Vay Canına… Vay ki vay… Bu ayette ne ateş kelimesi geçiyor ne de eritmek… “Süsler, yani güzel bilinen madeni, gümüş altın vs şeyler” anlamında bir kelime var sadece.

Allah’ın izniyle bu ayetin bize verdiği mesajı yazıyorum.

“Dediler ki: Aslında biz size verdiğimiz sözden dönmedik, bilakis Mısırlılıların yüklerinden/süslerinden = inançlarından adetlerinden putlarından yüklenmiştik, yani bunlar iliklerimize kadar işlemişti. Onları attık, yanlışlarımızdan kurtulduk. Aynı şekilde Samiri de attı.” 

Ayette geçen "süs" kelimesi ز۪ينَةِ ile Musa peygamberin Mısır bilginleriyle yarışıp asasıyla mucizeler sergilediği ve antik Mısırlılar için kutsal sayılan gün olan "süs günü"ndeki "süs" الزّ۪ينَةِ aynı kelimedir (TaHa 59). Süs günü derken, belirli bir günden bahsedildiği için birçok dilde kullanılan belirlilik takısı olarak Arapça "el" ön-eki vardır, Latin dillerindeki la, le, il ve İngilizcedeki the imleçleri gibi. Ön-eki ayırdığımızda, aynı olduklarını net olarak görebilirsiniz: ال  زّ۪ينَةِ

Süs kelimesinin bayramlar gibi kutsiyet içerdiğini net olarak görüyoruz. Ne diyor İsrailoğulları biliyor musunuz? Ey Musa, sen bize Allah’ın hak dinini getirdin. Ancak, yüzyıllar boyunca bizim inançlarımıza adetlerimize Mısır inançları, putları karışmıştı, bozulmuştu. Samiri’nin başlatmasıyla, onun öncülüğünde aramızda konuştuk, tartıştık “felsefe yaptık” ve senden öğrendiklerimize göre, Mısırlılardan kalan yanlış tarafları, hatalı inanışları ayıklayıp onlardan vazgeçtik. Samiri de vazgeçti.

Tartışmaların sonunda hepimiz Samiri’nin fikrini, çıkarımını, felsefesini kabul ettik. O da bize doğru gibi gelen yeni bir ilah kavramı sundu ve bizler de onun yeni ilah fikrini doğru zannettik. Olay da bu kelimede; “zan” etmek. Oysa Allah ayetinde diyor ki “. .. onlar gerçeği anlamazlar, ancak zan, sanı içindedirler (Necm 28)” ve ayrıca diyor ki “zannın bir kısmı günahtır (Hucurat 12).

Yani, Allah’ın dini ve emri üzerinde, bilgileri ve zekâları yetmediği halde zan ile felsefe yapmışlar ve yoldan sapmışlar. Bugünlerde de bunu yapan eğitimli(!) bir güruh var. Sorun şu ki, onlar güzel, "süslü" bir şey yaptıklarını zannediyorlar.

Peki bunu yapan Samiri kendisini nasıl savunuyor? Hem Arapların hem de meal yazanların anladığı genel olarak şu şekilde (TaHa 96):

 1) “ (Samiri) Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm ve elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (buzağı heykelinin içine) attım. Nefsim de böyle yapmayı bana hoş gösterdi.

2) Sâmirî şöyle dedi: “- Ben İsrail oğullarının görmedikleri Cibrîl'i gördüm de, O Resûlün izinden bir avuç toprak aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Böylece bunu, bana, nefsim hoş gösterdi.”

Oysa ayette, ne Cebrail/Cibril ismi geçiyor, ne de buzağı heykeli, ne toprak diyor ne de erimiş mücevherat…

Allah’ın izniyle yazıyorum: Musa gidince, felsefeyi seven Samiri, resul'ün (Musa’nın) öğrettiklerinden bazı fikirleri tam anlayabilmek ya da eleştirmek adına (kendisi farkında olmasa bile Allah'ın denemesi olarak gelen bir ilham, yani 3. tip vahiy ile) tartışmaya açıyor. TaHa 85. (Allah) Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini bir deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” Vahiy konusunu burada okuyabilirsiniz: Vahiy Anatomisi  Bu tartışma sonunda, Mısır’dan kalan ve Musa’nın dediklerine ters düşen yüklerini, adet ve inanışlarını bırakmaya karar veriyorlar. Musa’nın anlattıklarını tam olarak kavrayamamış, hazmedememiş olan İsrailoğulları ve Samiri, o noktada duramayıp, tartışmaların ardından kendi akıllarınca en doğru olanı buluyorlar ve yeni bir ilah kavramı ile, karşılığı olarak da "maddi" bir şey ortaya çıkarıyorlar. Hristiyanların önünde eğildikleri ve İsa'yı temsil eden haç gibi.

Kuran'da heykel veya resimleri yasak ya da haram kılan hiç bir emir yoktur. Yasak ve haram olan şey, insanların yaptıkları resim veya heykelleri ilahi veya kutsal görmeleridir. Ancak, Kuran'da verilen örneklerden korkan Müslümanlar, ne olur ne olmaz diye bunları tamamen yasaklamış ve günah ilan etmişlerdir. Maalesef, kraldan çok kralcılık yapmak kesinlikle iyi bir şey değildir ve o yüzden Allah diyor ki "benim haram kılmadığım şeyleri haram kılanlar azaba uğratılacaklardır". Enam 119., Maide 1., Maide 87. ve Hac 30. Ayetlerde, dört kere ayrı ayrı “Allah’ın haram kılmadığını, kimse haram kılmasın” diye insanlar uyarılmıştır. Bu tekrarlar, konunun ehemmiyetini yeterince ortaya koymaktadırlar çünkü Allah bilmektedir ki, bu husus insanlar arasında büyük sıkıntılara yol açacaktır. Haram konusunu buradan okuyabilirsiniz: Haram yiyecekler ve Alkol - Haram evlilikler ve Zeyd’in eski eşi

 
(Solda) Asur Tanrısı Lamassu (Lama boğa demektir ve hem tanrı-insan Dalay Lama hem de Güney Amerikadaki lamaları hatırlatıyor)
(Sağda) Mısır Kutsal Boğası Apis/Memfis

İlk bakışta,  Allah'ı temsilen bir buzağı heykeli yapıyorlar fakat ayetlerde geçen buzağı ve buzağının böğürmesi vs gibi hususlar da hiç gün yüzü görmemiş şekilde karanlıkta duruyorlar. Neden boğa değil de buzağı? Ne demek böğüren bir buzağı heykeli (heykel = Kuran'daki cesed kelimesi)? Allah'ın izniyle şunu söyleyebilirim: Nasıl ki pek çok ayette yazdığı şekilde, Kuran'da her konu açıklanmış, hiç bir şey eksik bırakılmamıştır, bunun gibi Musa'nın kanunları da her konuda cevap bulabileceğimiz hak din iken, İsrailoğulları onu hiç bir konuya cevap veremeyen "anlamsız böğüren" bebek gibi yetersiz (buzağı) bir şekle sokmuşlardır. O yüzden ayetler diyor ki "o hiç bir şeye cevap veremez (TaHa 89)". Allah zaten tam da bu olayın üstüne İsrailoğullarını kendisinden gelen bir kitaba, Tevrat'a kavuşturmuştur. Yine maalesef, tarih tekerrür ediyor ve nasıl ki Tevrat zamanla insanların elinde çıkar ve güç aracı haline getirilmişse, biz de 1400 yıl sonra bugün bile hak manasından saptırılıp şirke bulaşmış, bükülmüş bazı Kuran ayetlerinin doğrularını göstermek için uğraşıyoruz. 

İsrailoğullarının Mısırlılardan taşıdıkları "süsler" gibi Türkiye'de de eski şamanlardan kalan "süsler" bügun bile taşınıyor. Ayrıca uzun süreli ilişkide olduğumuz diğer toplumların, örneğin eski İranlıların süslerini de yüklenmişiz. Bir sürü Samiri kafalı insan Kuran'ın hak ayetlerini anlamadıkları için uydurup durmuşlar/duruyorlar ve bügünün sapkınlıkları çıkmış ortaya. 

Samiri adını Allah, EL belirti artikeliyle ES-Samiri diye kullanıyor, Musa ise sadece Samiri diyor. Bunun sebebi ancak şu olabilir: Bu adamın adı Samiri değildir, asıl memleketinin Samiri olmasındandır. İstanbullu veya Erzincanlı gibi. Bu da bize buzağı için ilave ipuçları verebilir. Musa'dan çok sonraki bir dönemde Samiriler, Asurlular tarafından götürülüp uzun süre esir edildikten sonra bırakılan İsrailoğullarındandır. Bu olay Babil Esareti/Sürgünü diye anılır ve 70 yıl kadar sürdüğü söylenir. Nasıl ki biz Kuran'da olmadığı halde dini konularda bazı Farsça kelimeler kullanıyoruz (en başta da Kuran'daki salat kelimesinin ancak eksik manasını taşıyan "namaz" kelimesi yanılgısı gibi) Samiriler de mutlaka Asurlulardan bir takım "süsler" yüklenmişlerdir. Boğa tanrısı, yukarıdaki Lamassu heykeli de bu süsler arasındadır. Zaten Samiri dahil hepsi Mısırlıların süslerini yüklenmişlerdi ve Mısırlıların da kutsal boğası vardı. Görüyoruz ki Musa'dan sonra da İsrailoğullarının bir kısmı tekrar farklı bir inanışın süslerini yüklenmişler ve bu da dinlerinde bozulmalara sebep olmuş. Samirinin özel olarak anılması ve diğerlerinin de buzağı hakkında hemfikir olmalarının bir sebebi de bu olabilir.

Yüzyıllar boyunca Araplarla aramızda İranlılar vardı. İranlıların eski inançlarını özetleyelim mi:

MÖ 650'de, filozof Zerdüşt'ün (Zoroaster) fikirlerine dayanan tek tanrılı bir din olan Zerdüşt inancı, eski İran'ın resmi dini haline geldi. Daha sonra Yahudilik ve ardından Hıristiyanlık, Mezopotamya üzerinden İran'a geldi ve her ikisi de Pers topraklarında hareketli inanç toplulukları geliştirdi.

Görüyor musunuz, eski kadim bir dinden bahsederken de yine bir filozofla karşılaştık.

Şamanlık ise zaten kendi kadim inancımız olduğuna göre, şimdi açıkça şunu söyleyebilirim:

Sizler kendinizi MÜSLÜMAN zannediyorsunuz, halbuki çoğunuz Zerdüşt etkisindeki MÜS-ŞAMAN'sınız.

Evet, benim açıklamalarımı doğru kabul etmeseniz bile, Allah'ın Kuran'da en çok adını andığı bir resulünün ardından, sadece 40 günde neler olabileceğini gördük. Peki bizim resulümüzün ardından geçen 1400 yılda neler olabileceğini de düşünüyor musunuz hiç? Farkında mısınız, 40 günün tam 12bin katından daha uzun bir süreden bahsediyoruz.

Neden resullerin çoğu çobanlık yapmışlar? İşte görüyoruz, başlarında Resul olmayınca, insanlar da anında yoldan sapıyorlar. Müslümanların çoğunluğu da sapmış durumdalar ve sizler de çok büyük oranda sapmış durumdasınız fakat farkına varmanız pek mümkün görünmüyor malesef, çünkü yukarıda yazdığım gibi, Allah da böyle bildiriyor ayetlerinde.

Peki, resulümüz başımızda değilse hangi yoldan gitmeliyiz:
Kaf 45. … (Allah diyor ki) “tehdidimden korkanlara Kuran ile öğüt ver, yol göster.

Yine de bizler şanslıyız, çünkü o buzağıyı icat ettikleri vakitlerde henüz İsrailoğullarına bir kitap verilmemişti. Bizim ise elimizde Kuran var, Allah’ın koruyacağına söz verdiği bir kitabımız var. Ancak iki temel sorunla karşı karşıyayız:

  • Kuran’ı bırakıp aynı Samiri’nin yaptığı gibi “resulün izinden, eserinden, hadisinden bir parça alıp onu eğip bükenler”, Kuran’ın yanına bir sürü uydurulmuş, nakledilmiş efsaneler ekleyenler ve bu efsaneleri Kuran’dan daha doğru kabul (zan) edenler. Maalesef bu efsanelerin tamamı ya gaddar ve zalimce ya da tamamen adaletsiz ve bencilce.
  • Kuran ayetlerini anlamadan “zan” ile hüküm çıkaranlar. Anlatılan gerçek olayları anlamadıkları halde, bunlardan masalımsı sonuçlar çıkaranlar. Maalesef bu çıkarımların tamamı da ya gaddar ve zalimce ya da tamamen adaletsiz ve bencilce.

Çoğunuz da diyorsunuz ki: “Aman canım, biz Kuran’a bakmayız, peygamberimiz ne dediyse ne yaptıysa ona uyarız, Biz ehli sünnetiz”. Korkulur sizden, hepiniz çok iyi yalancı şahitlersiniz çünkü 1400 yıl öncesinde yaşananları bugün görmüş gibi anlatıp yalancı şahitlik yapıyorsunuz, sevgili resulümüzün günahını alıp duruyorsunuz. Buradan okuyabilirsiniz: Hz. Muhammed'in Günahını Almak. Kuran'daki yol Sünnetullah'tır, ehli sünnet ise peygamberimizden sonraki insanların, gerçeklerin yanına felsefeyle katıştırarak ve kulaktan kulağa aktarılarak uydurduğu bir yoldur. Allah ayetinde diyor ki “öncekilerin yolundan gitmeyin, aklınızı kullanın, sorun sorgulayın” “Onlara, Allah'ın indirdiğine uyun denilince: Hayır, biz, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız, derler; ya ataları bir şeye akıl erdiremeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler? (Bakara 170, ve pek çok diğer ayet)

O yoldan sapmışlara “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiğinde, onlar “Biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız” dediler… Siz ne yapıyorsunuz? “Haşa, sorgulamak günahtır, biz ancak bize nakledilene uyarız” diyorsunuz. Ayrıca diyorsunuz ki “din akıl işi değildir, nakil işidir”. Siz mi daha doğrusunu biliyorsunuz yoksa ALLAH mı? Böyle devam ederseniz ve Allah size hidayet vermez ise, cehennemin dibine kadar yolunuz olduğundan emin olabilirsiniz.

ARAF 157. …. İşte ona (resule) inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nura (Kur’an’a) tâbi olanlar, elbette kurtuluşa erenler bunlardır.

ALLAH'IN YOLU SÜNNETULLAH'TIR, SÜNNETULLAH İSE KURAN'DIR.

"Allah’ın resulü aranızdadır” (Hucurat 7.) 
Ayeti anlamak için okuyunuz lütfen: ARAMIZDAKİ RESUL: KURAN

Genel bilgi için de bunu izleyiniz lütfen:

Selametle, Sevgiyle kalın ve Akıllı olun, çünkü

Enfal 22. Allah katında yerde debelenip dolaşan canlıların en şerlisi (ve en değersizi) aklını kullanmayan/düşünmeyen sağır ve dilsizler (gibi davranan kimseler)dir.

Sevgiler, Selamlar,
Mustafa Kılavuzoğlu

  
156454 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam598
Toplam Ziyaret1127707
Linkler