• KURAN'DA MİKROSKOBİK & KOZMOLOJİK BİLGİLER
    • gereçler: bilim sağduyu bilgi inanç vicdan akıl adil sabır özgürlük
    • Bilim Işığın, Gölgen Cehaletin.
    • Kaçamayacaksın ışıktan, Gölgen ortaya çıkacak
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/profile.php?id=100079071813049
  • https://www.twitter.com/@asronspace
  • https://www.instagram.com/kilavuzoglu.mustafa/
  • https://www.youtube.com/channel/UCFVG7clKZdbDuVuLZ3T68jA
Kuran'a Göre Bütün İnsanlık Dinde Kardeştir

DİN, SALAT VE DİNDE KARDEŞLİK

BİR TOPLUMDAKİ HER İNANÇTAN BÜTÜN İYİ İNSANLAR, MÜSLÜMANLARLA DİNDE KARDEŞTİR.

Önce "DİN" ile "İMAN" arasındaki farkı görelim, ardından da "VELİ" ile "DOST" kelimelerini karıştıranların sebep olduğu, Kuran'a aykırı düşmanlığı görelim.

Toplumda Birlikte Yaşam Sürdüğünüz Gayri-Müslim insanların hepsi, Müslüman olanlar gibi vergilerini vererek toplumsal yardımlaşma görevlerini yerine getirdikleri ve kimsenin inancına saldırmadıkları sürece Müslümanların Dinde Kardeşidirler. "Dinde kardeş olmak" ile "müminlerin kardeş olması" farklı hususlardır; Birisi toplum içindeki adalet sistemi ve dayanışmayla, diğeri ise iman ile inançla ilgilidir...

Mümtehine Suresi 8. Ayet: Allah, sizinle din konusunda savaşmayanlara, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi menetmez. Çünkü Allah, doğru ve dengeli davrananları sevendir.

Yukarıdaki ayet açıktır; Müslüman olmayan iyi insanlara iyilik yapacaksınız ve onlara adaletli davranacaksınız. Bu, toplum içindeki adalet ve barışın sağlanmasına yönelik en güzel örneklerden birisidir. Fakat malesef insanların çoğu, böyle güzel ayetleri görmezden gelip, savaş halindeki durumları genele yayarak Müslüman olmayanları düşman gözüyle görmeye meylederler. Aşağıda daha detaylı göreceğiz inşallah.

Düşmanlığa yol açan veya hoşgörüyü engelleyen yanlışlardan birisi; Kuran çevirilerindeki ve hatta Arapçasında bile en büyük yanlış anlaşılmalardan birisi, insanların “salat” veya benzeri/türevi her gördükleri kelimeyi “namaz kılmak” diye algılamaları olmuş. Öncelikle Kuran'da "namaz" diye bir kelime yoktur, salat genel anlamda "destek olmak, dayanışma ve yardım etmek" demek iken salatın bir çeşidi de namaz kılmak dediğimiz "yaratana hamd ile ibadet ederek insanın kendisi ve sevdikleri için (veya bütün insanlık için) Yüce Allah'tan yardım ve destek istemesidir". Kuran doğru okunduğunda salat kelimesinin her halükarda kökeninin yardım ve destek olmaktan geldiğini anlamamak mümkün değil. Önce bunun doğruluğunu, aklını kullanabilenlere birkaç örnekle göstermek istiyorum, ardından da gayrimüslimlerin de Müslümanlarla "dinde, toplumda kardeş" olduğunu teyit eden ayeti göstereceğim. “Din” kelimesinde de “salat” kelimesine benzer bir yanlış anlamanın varlığı da böylece ortaya çıkmış olacak. Detaylı olarak buradan okuyabilirsiniz: Namaz mı yoksa Salât mı?

Yüce Allah’ın peygamberimize vahiyle öğrettiği ilk sureden başlıyorum:

Alak Suresi             

  1. 1. Yaratan Rabbinin adıyla oku. ... 8. Dönüş muhakkak Rabbinedir. 9. Gördün mü şu engelleyeni; 10. Bir kulu namaz kılarken. 11. Gördün mü? Ya o doğru yol üzereyse? 12. Yahut takvayı emrettiyse! 13. Gördün mü? Ya o (engel olan) yalanladı ve yüz çevirdiyse! 

"Sal'at Etmek" ile "Namaz Kılmak" farkını gözetmek  ya da  gözetmemek; işte bütün mesele...

Vahyedilen bu ilk surede 9. Ve 10. ayetleri tercüme edenlerin neredeyse tamamı buraya da kopyalamış olduğum gibi “namaz kılan bir kulun engellendiği” anlatılıyor demişlerdir. Böylece de o engellenen kulun Hz. Muhammed olduğunu düşündükleri için, onun namaz kıldığını iddia etmiş olurlar. 

Oysa farklı ayetlerde din, iman ve ibadet konularında Yüce Allah resulüne şöyle seslenmektedir: “sen bütün bunlardan habersizdin”. Örnek bir ayete bakalım:

Şura 52. İşte böylece sana da kendi buyruğumuzla bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun; ama şimdi onu, dilediğimiz kullarımızı sayesinde doğruya eriştirdiğimiz bir ışık kıldık. Hiç şüphe yok ki sen doğru yolu göstermektesin.

Hz. Muhammed, kendisi henüz bir ümmi iken ve henüz iman ve ibadet nedir bilmez iken nasıl olur da Allah'ın hoşnut olacağı şekilde namaz kılabilir? 

Şura 52. ayeti okuduktan sonra artık Alak 10. ayetteki eylemin namaz kılmak olması mümkün değildir. Bu kulun eyleminde “ya o doğru yol üzereyse, takvayı emrediyorsa” yazılmış olması, o kişinin, yani Hz. Muhammed’in bir iyilik veya yardım etmekle meşgul olduğunu, doğru ve güzel bir iş yapmakta olduğunu ifade etmektedir; belki ihtiyacı olan birilerine yardım ediyordu veya Kabe’yi temizliyordu.

Henüz hiçbir vahiy almamışken, resul bile olmamışken, “kitap nedir, iman nedir bilmeyen” Hz. Muhammed’in Allah'ın uygun bulacağı şekilde namaz kılıyor olması mümkün değildir.

"Salât" ve "namaz" farkını Nisa suresindeki ayetlerle de pekiştirelim:

Nisa 38. Onlar öyle kimselerdir ki, mallarını, insanlara gösteriş olsun diye harcarlar, Allah’a ve ahiret gününe inanmazlar.  Her kime de şeytan, yakın-yoldaş olursa, artık o ne kötü bir arkadaş (edinmiştir).

Nisa 39. Şayet bunlar, Allah’a ve ahiret gününe inanarak, Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onların (niyetini ve mahiyetini çok) iyi Bilendir.

Görüyoruz ki, gösteriş olarak iyilik yapanların gönüllerinde gerçek iman yoktur. Aşağıdaki ayet de aynısını söylemektedir ama "iyilik yapmak yardımlaşmak" anlamındaki "salât" olan olan doğru kelime yerine farklı anlamdaki "namaz kılmak" diye yanlış tercüme ediliyor:

MAUN 4, 5, 6. Vay hallerine o namaz kılanların, ki Onlar, namazlarından gâfildirler, Ve onlar, gösteriş için yaparlar. İyilik yapmayı yardım etmeyi engellerler, esirgerler.

Doğrusu şudur: Şu iyilik yapanlaarın vay haline ki, onlar yaptıkları iyiliğin ne olduğundan habersizdirler, gösteriş için yaparla. İyilik yapmayı/yardımlaşmayo esirgerler/engel olurlar".

Görüyoruz ki, MAUN suresinde de, öncesindeki NİSA suresindeki gibi, gösteriş için "namaz kılanlardan" değil gösteriş için "iyilik yapan/yardım eden" insanlardan bahsediliyor. Yani bu ayetlerde yazan "salat etmek" kesinlikle "namaz kılmak" değildir. Namaz kılmak "ibadet ve dua etmek" demektir. Salât ise Kuran'da en çok emredilen fiil olup "yardımlaşma, destek olma, iyilik yapma" anlamındadır.

--- /----

Ayet diyor ki; "Elbette ki Müminler kardeştirler".

Hucurat 10. Muhakkak mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ) ve Allah’tan korkup sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.

Yukarıda açıkladığım "din" ve iman arasındaki farkı bilmeyenler ya da umursamayanlar, Müslümanların kardeş olmalarıyla ilgili ayeti, Müslüman olmayan iyi insanların da Müslümanlarda "DİNDE kardeş" olduklarını bildiren ayetle saptırmış olmaları nedeniyle, dünya barışının önündeki en büyük engellerden birine sebep olmuşlardır. Bütün olay; şu ayetin yanlış anlaşılmış ve yanlış anlatılmış olmasındandır.

Tevbe Suresi 11. Eğer onlar tevbe edip salât ederlerse ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

Bütün insanlar bu ayette yazan "salât ederlerse" emrini "namaz kılarlarsa" diye biliyorlar. Bu büyük bir gaflettir. Burada "tevbe ederlerse" denilen insanlar, Müslüman olmayan insanlardır ve eğer size saldırmaktan vazgeçerlerse ve yukarıda açıkladığım gibi "toplum içinde yardımlaşma görevlerini yerine gerirlerse" ve zekat yani vergilerini verirlerse, artık onlarla kardeşçe geçinin diye emrediyor yüce Allah. 

Malesef, "din ile imanı" karıştılarlar, "salât ile de ibadeti" karıştırınca böyle bir rezalet ortaya çıkarmışlardır. Aynı toplumda yaşadığınız ve toplum kurallarına saygılı iyi insanları dost edinmemek, onları her daim düşman görmek demektir. Siz buna inanabiliyor musunuz? Ülkenizdeki gayri müslimlere düşman gözüyle mi bakıyorsunuz? Size ve İslam'a saldırmadıkları ve iyi insanlar olarak yaşadıkları sürece, onları "DİNDE" yani "TOPLUM içinde yasalar karşısında" kardeşleriniz olarak görmelisiniz. Allah'ın emri budur.

--- /----

VELİ ile DOST farkını gözetmek ya da gözetmemek; işte bütün mesele...

Yukarıda açıkladığım "müminlerin kardeşliği" ile "dinde/toplumda kardeş olmak" arasındaki farkı göremeyenler, malesef "VELİ ile DOST" kelimeleri arasındaki farkı da görmeyerek veya umursamayarak, dünya barışına karşı düşmanlığı daha da körüklemişlerdir. 

Maide 51. Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. 

Ayette yazan "onları dost edinmeyin" emri aslında Kuran'da yazdığı şekliyle "onları veliler edinmeyin"dir.

Wikipedia'da "veli" kelimesinin ne olduğunu birlikte görelim:

Veli (Arapça: الْوليّ, çoğul Arapça: أَوْلِيَاء, ʾawliyāʾ), "efendi", "otorite", "koruyucu", gibi çeşitli şekillerde tercüme edilen Arapça kelime, Müslümanlar tarafından en yaygın olarak İslami bir azizi belirtmek için " Tanrı'nın dostu" anlamında kullanılır.

Türkçe'de hiç kimse veli kelimesi yerine dost kelimesini kullanmaz. Ama Kuran meallerinde nedense, şeytan araya girmiş olmalı ki, hemen hemen herkes bu kelimeyi "dost edinmek" diye çevirmişlerdir. Şeytan her daim iş başındadır ve insanların aksine, hiç tembellik etmez.

İslamda birini veli edinmek demek, onu din alimi olarak tanıyıp sözlerine uymak, onu bir öğretmen ve alim olarak kabul etmek demektir. Yazık ki, Kuran'ı çevirenlerin hepsinde olduğu gibi, Arapçasını okuyanlar da "veli edinmeyin" emrini "dost edinmeyin" diye değiştirmişlerdir. Oysa veli kelimesi ile dost kelimelerinin anlamları çok farklıdır. 

Benzer şekilde, nasıl ki bir çocuğun velisi onun üzerine bir otorite , koruyucu ve eğiticisi ise, buradaki ayette de "Yahudileri ve Hristiyanları veliler edinmeyin" dendiğinde anlaşılması gereken bellidir: "Din konusunda onları otorite kabul etmeyin, dininizi imanınızı onlardan öğrenmeyin" diye emir verilmektedir. Elbette ki onları veliler edinirseniz, sizi de ancak kendi dinlerine ve inançlarına yönelteceklerdir. Böyle olursa da, sonunda onlar gibi olursunuz. 

Allah'ın emrini bilerek saptıranlar zalimlerdir. Zaten barış ve kardeşlik yerine savaş ve düşmanlığı körükleyenler, kesinlikle Allah'ın sevdiği "salih insanlar" olamazlar. Salih insanlar ancak iyiliği, kardeşliği ve barışı savunanlar ve bu yolda çalışanlardır.

--- /----

Sal'at ile devam edelim:

34/43 Fatır 29. De ki “Allah’ın kitabını okuyanlar, namaz kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler asla zarara uğramayacak bir kazanç içindedirler.

Bu ayette üç ayrı eylem vardır: bunların ilki Kuran okumak yani Allah’a iman etmek, ikincisi ihtiyacı olana veya kuruma, topluma iyilik yapmak ve üçüncüsü ise maddi yardım, gıda veya her türlü rızıktan ihtiyacı olana vermektir. Yani,   “namaz kılmak” diye ifade edilen fiil aslında “iyilik yapmak”tır ve bu infak etmekten yani zekât vermek veya yemek vermekten farklı olarak yapılan her türlü iyiliktir ki bu bir kişiye de olur, topluma da olur, Kabe’yi temizlemekle de olur.

---/----

98 Beyyine 5. Oysa kendilerine (ehli Kitap’a, Yahudi ve Hıristiyanlara) dini yalnızca Allah’a has kılıp ona ibadet ederek namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilmişti.

Yahudilikte namaz kılmak olmakla birlikte, Hristiyanlarda böyle bir emir yoktur ve bu durum Fetih suresi 29 ayetle de teyit edilmiştir.

48 Fetih 29. Onları; rükû edenler, secde edenler ve Allah’ın lütfunu ve rızasını elde etmek isterken görürsün. Alametleri, yüzlerinde secdeden oluşan izdir. Bu, onların Tevrat’taki sıfatıdır. İncil’deki sıfatlarıysa filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşıp gövdesi üzerine doğrulmuş bir ekin gibidir ki bu, çiftçilerin hoşuna gider.

Bu sebepledir ki bu ayette Hıristiyanlara “namaz kılmaları” emredilmiş olduğunu yazmak Kuran ayetlerine aykırıdır. Bu ayet ile de bir önceki ayetteki üç eylemin aynıları emredilmiştir. Allah’ın yolunda olmak, iyilik yapıp toplumda huzuru sağlamak ve zekât vermek. Hepsi bu kadardır.

---/----

98 Beyyine 7 İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, işte onlardır yaratılmışların en hayırlıları.

Bu ayette Yüce Allah’ın yarattıklarının en hayırlısı yine yukarıdaki ayetlerde yazıldığı gibi açıklanmıştır ve bu insanlara atfedilen özellikler arasında “namaz kılmak” yer almamaktadır (oruç veya hac veya kurban da yer almamaktadır). Yine ve her daim iman ile hayra ve barışa yönelik işler öne çıkarılmıştır. Namaz kılmak ise, oruç tutmak veya hacca gitmek gibi bir insanın ancak kendisine ve kendisi için yapacağı iyiliklerdir ve bu eylemler İslam inancının kapsamında olup müminlerin kendi imanlarını artırmak adına yapmaları sebebiyle de iman ile doğrudan değil, dolaylı olarak alakalıdırlar.

---/----

Asr Suresi (Bu sure Mekke’de indirilmiş olup 3 ayettir.)

Er-Rahman ve Er-Rahîm olan Allah’ın adıyla (okumaya başlıyorum.)

  1. 1. Asra/zamana andolsun ki, 2. Hiç şüphesiz insan, hüsran içindedir. 3. İman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.

Asr suresinin tamamıyla özellikle 3. ayeti hem Beyyine suresinin 7. Ayetiyle hem de Fatır suresinin 29. suresiyle aynıdır. İnsanlar arasından iman eden, salih amel işleyen, iyi güzel işler yapan ve birbirlerine gerçeği, hakkı tavsiye edenler dışındaki herkesin vaktini boşa geçirmiş olarak geçirdikleri zamanın “kayıp” ve hüsran olduğu bildirilmektedir. Elimizdeki tek şeyin “zaman” yani bize verilmiş olan bir ömür süresi olduğuna vurgu yapılıyor. Bu surede de hüsrana uğramak konusunda ne namaz kılmak ne de oruç tutmak vs. gibi fiili eylemlere hiç yer verilmediğine özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Bunun sebebi ise bir önceki ayetin açıklamasıyla bütünleşmektedir.

---/----

107 Maun 4. Vay hallerine şu namaz kılanların 5. Ki onlar namazlarından gaflet içindedirler 6. Riyakardırlar, sadece gösteriş yaparlar 7. Ve onlar insanların yardımlaşmasına, iyiliğe engel olurlar.

Gösteriş yapmak için namaz kılanlar, diğer insanların birbiriyle yardımlaşmalarına nasıl engel olabilirler ki? Okuyunca size de mantıksız ve saçmalık gibi gelmiyor mu. Gösteriş için namaz kılan birisi ancak başkalarının, gerçekten iman etmiş olanların namaz kılmalarına olumsuz etki eder çünkü kendilerinin de riyakârlar gibi namaz kılarak gösteriş yaptıkları izlenimi oluşturmaktan korkarlar. Bu ayetlerde de kesinlikle namaz kılmaktan bahsedilmemektedir. Yardım etmekten bahisle, bazı riyakâr insanların kendileri kötü oldukları halde gösteriş olsun diye yardım yaptıklarını anlatmaktadırlar ve bu yardımlarından dolayı bir sevap kazanamayacakları bildirilmektedir. Onların bu kötü durumunu fark eden iyi insanlar ise, aynı “namaz” örneğinde anlattığım sebeple gösteriş yapanlarla bir tutulmaktan, yanlış anlaşılmaktan korkup yardım etmekten geri durabilirler, ancak gizli gizli ve kısıtlı, sınırlı şekilde yapmak zorunda kalırlar. Böylece, aynen ayette yazılmış olduğu gibi “gösteriş için iyilik yapan riyakârlar, gerçekten iyilik yapmak ve yardımlaşmak isteyenleri de engellemiş olurlar, iyiliğe engel olurlar”.

---/----

108 Kevser 1. Şüphesiz biz sana Kevser’i iyilik, bereket, bol nimet verdik. 2. Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Gerçek anlamında tamamen kopmuş bir ayet daha görüyoruz; Kevser 2. Yüce Allah peygamberimize iyilik, bereket ve bol nimet vermiştir. Kendisinden beklediği ve emrettiği de bu bereket ve bolluktan etrafına dağıtması, iyilik yapması güzel ameller sergilemesi ve böylece örnek insan olmasıdır. Namaz kıl diye tercüme edilen, anlaşılan hüküm budur. Bu ayetteki kurban kesmek ise, elinde olanlardan özveride bulunması, malından mülkünden feragat ederek ihtiyaç sahiplerine ulaştırması demektir. Resul olarak tüm insanlığa örnek teşkil etmesi kendisinden beklenmektedir.

---/----

Bu noktadan itibaren Kuran’da beyan edilmiş olan Din Kardeşliğinin ne demek olduğuna bakabiliriz. Bize yardımcı olarak sadece Tevbe suresinden birkaç ayet yetecektir.

9 Tevbe 5. Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer Tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir.

Bu ayetteki "öldürme" emri ancak ve sadece İslam'a karşı savaş açan ve Müslümanları inançlarından zorla vazgeçirmeye çalşıp, aksi halde yurtlarından atılmasını isteyen zorbalarla ilgili olup tamamen nefsi müdafadır. "Namaz kılarsa" diye tercüme edilen "salat eden" ifadesidir ve hep yanlış anlaşılmıştır. Elbette namaz kılmak anlamında da "salat etmek" ifadesi vardır fakat bu ayetteki tercümesi tamamen yanlıştır. İslam’da zorlama yok iken ve Yüce Allah Hz. Muhammed’e “sen sadece bir elçisin, dinde zorlama yoktur, kimsenin üzerine bir despot değilsin, kafirlerin cezasını verecek olan Allah’tır” demiş olmasından sonra, yukarıdaki ayette "müşrikler namaz kılarsa onların yollarını artık açın" demek mümkün müdür? Öldürerek ve hapsederek o müşrikleri Müslüman ya da mümin yapmaktan ve inanmadıkları halde zorla namaz kıldırmaktan bahsedebilir miyiz ki  “namaz kılarlarsa onları (müşrikleri) bırakın” diye emredilmiş olsun? Böyle bir iddia hem Kuran’a hem de mantığa tamamen aykırıdır.

Müşrikler için “Tevbe edip "salat etmek" ve zekâtı vermek” demenin anlamı şu olmak zorundadır: Müslümanlara karşı tuzaklar kurmaktan, İslam’a saldırmaktan vazgeçip Tövbe edecekler. Toplum düzeni için zaten her toplumda olması gerektiği şekilde hayra ve güzele yönelik amellerde bulunacaklar ve herkes gibi onlar da vergilerini verecekler. Bunları yapan herkes, inancı ne olursa olsun, toplum içinde serbestçe normal hayatına devam edebilecektir. “Artık onların yolunu açın” emri bunu ifade etmektedir.

---/----

"Din" ile "İman" farkını gözetmek ya da gözetmemek; işte bütün mesele...

Kuran bize iyi insan olmayı, toplum kurallarını ve bizi kimin yarattığını öğretiyor.

İyi insan olmak ve toplumu adaletli şekilde yönetmek için ortaya konulan ayetler bize yasalarımızı ve kanunlarımızı yani "dinimizi"  öğretiyorlar. Yaratıcımızın kim olduğunu, kime ibadet ve dua edeceğimizi öğreten ayetler ise "imanımızı" öğretiyorlar.

9 Tevbe 11. Fakat Tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse onlar artık dinde kardeşlerinizdir. Biz ayetlerimizi, bilen bir toplum için böyle açıklıyoruz.

Şimdi yukarıda açıkladığım Tevbe 5. ayete göre 11. ayeti tekrar okuyalım. Sonra açıklamamı da tekrar okuyarak kimlerin dinde kardeşlerimiz olduklarından bahsedildiğini, bundan ne anlamamız gerektiğini tekrar düşünelim.

Aynı surenin önceki ayetlerinde belirtilen müşriklerin “1. Allah yolunda alıkoyma uğraşlarına ve saldırgan tavırlarına son vermeleri ve buna tövbe etmeleri halinde, 2. Her vatandaşın ödevi olan genel yardımlaşma ve toplumsal destek, huzur ve barışa yönelik güzel işler yapmaları halinde ve 3. Her vatandaş gibi vergilerini vermeleri halinde” o müşrikler de artık Müslümanların dinde yani sistem içinde, toplum içinde kardeşleridir.

Kuran'da yazan şekliyle

Tevbe Suresi, 11. ayet: Eğer onlar tevbe edip "salaat ederlerse"  ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

Doğrusu yukarıdaki gibi olan ayeti, yukarıda belirttiğim yanlış yüzünden "salaat ederlerse" yerine "namaz kılarlarsa" diye çevirdiğinizde, bu tamamen saçma sapan bir hale geliyor. Çünkü Müslüman olmayanlara zorla namaz kıldırmaya kalkışmış oluyorsunuz. Oysa benim açıkladığım haliyle, "toplum kurallarına uygun şekilde imece, yardımlaşma " olarak doğru şekilde okursanız, ayetin anlamı çok net ve "apaçık" olacaktır. Eğer Müslüman olmayanlar, barış içinde toplumsal görevlerini yerine getiriyorlarsa, onlar sizinle dinde =adalette/yargıda/toplum içinde kardeştirler, yani toplum içinde onlarla kardeşçe yaşayın diyor Yüce Allah. Ancak böylece "din = sistem/yasalar" ile "inanç/iman" ve "salaat" ile de "namaz" arasındaki farkı da tam olarak anlayabilirsiniz.

Dinde kardeşlik, kesinlikle iman birliği veya mümin kardeşliği demek değildir. “Müminler ancak kardeştirler” ayeti “dinde kardeşlik” ile “sadece kardeşlik” kavramlarını bu şekilde ayırmıştır.

49 Hucurat 10. Müminler ancak kardeştirler, onun için iki kardeşinizin aralarını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, rahmete layık olasınız!

Yüce Allah “din gününün sahibidir”. Bu din günü, adalet ve yargılama günüdür ki pek çok akılsız tercüman bunu “ceza günü” diye çevirmiştir. Elbette ki hakkedenlere cezaları verilecektir, ancak Yüce Allah Adil ve Affüv’dür.

Bu bağlamda “din” demek, inançtan bağımsız olarak adalet sistemi ve toplumsal düzen demektir ve bu sistem ve düzene uyan her vatandaş, inancı her ne olursa olsun, Müslümanlarla dinde kardeştirler, eşittirler. İnançları yüzünden insanlara saldırmak veya onları hor görmek Yüce Allah katında çok nahoş karşılanan bir eylemdir. Onlar sizin toplum içinde eşit kardeşlerinizdir buyurularak buna uygun şekilde herkesle, her inançla barış içinde kardeşçe yaşamamız emredilmektedir.

---/----

Tevbe 12. Eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, o küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Ola ki, vazgeçerler.

Tevbe 13- Yeminlerini bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size saldırmaya başlayanlara karşı savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer mümin iseniz her şeyden önce Allah’tan korkmalısınız.

Tevbe suresinin bu iki ayetinin hükmüne barışçıl bir akılla baktığımızda, yukarıdaki açıklamalarımın teyidini de görebiliriz. Karşı taraf, yani müşrikler, saldırmadıkça, İslam aleyhinde faaliyette bulunmadıkça ve adalet ve vergi sistemi gereğince hareket ettikleri sürece onlarla kardeşçe yaşayın ve onlar başlatmadıkça kesinlikle onlarla savaşmayın. Barış taraftarı olun.

---/----

Son olarak da tamamlayıcı bir ayete göz atalım

45 Casiye 14. İman edenlere söyle, Allah’ın günlerinin geleceğini ummayanları affetsinler. Çünkü Allah her toplumu yaptıklarına göre cezalandıracaktır.

Bu ayete göre, Allah’a veya İslam’a isteyen inanır, isteyen inanmaz. İnananlar, inanmayanları affetmekle emrolunmuşlardır ve onlar başlatmadıkça inananların onlara karşı her türlü zarar verici, rencide edici faaliyette bulunmaları tamamen yasaklanmıştır.

---/----

Peygamberlere verilmiş olan kitaplar konusunda Kuran’da üç ayrı kitaptan bahsedilir: Hz. Musa’ya verilmiş olan Tevrat, Hz. Davut’a verilmiş olan Zebur ve Hz. İsa’ya verilmiş olan İncil. Bu kitapların verilmiş olduğu Yahudi ve Hristiyan toplumların izlerinden hangilerinin mümin Müslümanlarda olması gerektiği aşağıdaki ayette açıklanmıştır.

28 Fetih 49 Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun yanında bulunan müminler, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlerin tümüne karşı, kararlı ve tavizsiz; ama birbirlerine karşı daima merhametlidirler. Onların namazda eğilerek ve yere kapanarak, Allah'ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün, yüzlerinde secde izi görünmektedir. Bu onların Tevrat'taki tasvirleridir, İncil'de de onların vasıfları şudur:” Bir ekin gibidirler ki filizini çıkardı, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır, derken gövdesinin üzerinde dümdüz boy vermiştir, ekincileri hayrette bırakır ve sevindirir.” Peygamberin ashabı ve gerçek Müslümanlar hakkındaki bu benzetme, kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ama yine de onlar içinden, inanıp doğru ve yararlı işler yapanlara, Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat vadetmiştir.

YÜCE ALLAH HEPİMİZE BU DÜNYADA BARIŞ İÇİNDE KARDEŞÇE YAŞAMAYI NASİP ETSİN İNŞALLAH. 

 

  
54677 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam177
Toplam Ziyaret1128208
Linkler